Güney Afrika’da Şarap, Mimari ve Doğa: Stellenbosch

Görevlinin gülerek gökyüzü mavisi diye bahsettiği kiralık arabamın sağ kapısını açıyorum. İlk defa sağdan akan trafiğe çıkmanın gerginliğiyle karışık bir heyecan ile yol boyu bana eşlik edecek şarkı listemi ayarlayıp yola koyuluyorum. Navigasyona girdiğim destinasyon: Stellenbosch.

Ülkenin Cape Town’dan sonra en eski yerleşim yeri olan bu küçük üniversite kasabası 1679’da Hollandalılar tarafından kurulmuş. O zaman verimli bir araziye sahip olduğu için tercih edilen bölge bugün Güney yarım kürenin en iyi şarap bağlarına ev sahipliği yapıyor.

Cape Town’dan yaklaşık 50 km uzaklıkta olan kasaba dağların arasında kalan konumuyla yağmurlu bir günde bile muhteşem manzaralar sunuyor. Koyu gri dağların tepelerini örten sis bulutları, ıslanmış kiremit rengi bir toprak ve koyu yeşil taptaze üzüm bağlarının birlikteliği bana hayatımın en keyifli araba yolculuklarından birini yaşatıyor.

Öğleden önceyi kasabanın kolonyal mimarideki binalardan oluşan, tasarım dükkanları, hoş cafeler ve sanat galerileriyle dolu sokaklarında geçiriyorum. Hollandalıların etkisiyle bölgeye sanki bir kuzey ülkesindeymişsiniz gibi hissettiren minimal bir estetik hakim. Bu mütevazi mimari anlayışının doruk noktasıyla Christelijke Jongelingen Vereeniging kilisesinde karşılaşıyorum. Kilisenin içinde, İstanbul’daki kiliselerde görmeye alışık olduğumuz ağır havadan, ağdalı tasvirlerden ve altın varaklı detaylardan eser yok. İçerisi sanki bir arkadaşın evine gelmişsiniz gibi sade.

Sabah sakinliğinin tadını çıkarırken ilk rastgeldiğim kahveci, Blue Crane Coffee’den kahvemi alıyorum. Planımda heykeltıraş Stephen Rautenbach’ın açık atölye galerisini görmek var. Bronz ve balmumu ile çalışan sanatçı sıklıkla farklı kültürlerde farklı mitolojik hikayelerin simgeleri olan baykuş, tavşan, ahtapot gibi hayvan figürleri yaratıyor. İsteyen herkes sanatçının hem üretim hem satış yaptığı bu mekanı gezmekte serbest. Sanatçıyla küçük kızının izin verdiği kadar sohbet ettikten sonra tekrar arabama atlayıp haftalar önceden planlayıp, büyük bir heyecanla beklediğim şarap-çikolata tadımı yapacağım şarap bağına doğru yola çıkıyorum.

Waterford Wine Estate, bölgede yer alan ve paket şarap tadımları sunan şarap bağlarından bir tanesi. Burada beni cezbeden şey ise tabiki çikolata. Tadıma baharatlı bir şarap olan Shiraz ve ona uygun aroması olan bitter çikolata ile başlıyoruz. Biraz acı ve buruk gelen bu ilk denemeden sonra bu kez tuzun ağırlıkta olduğu bir ikiliye geçiyoruz, Cabarnet Sauvignon içinde tuz parçacıkları olan sütlü çikolata ile eşleşiyor. Üçüncü ve en sevdiğim ikili, Misket üzümünden yapılan ve ismini bağın kurucularının eşlerinden alan tatlı mı tatlı Heatherleigh şarabı ile gül ve çiçek aromalı sütlü çikolata oluyor. Tadımın sonrasında bir süre bağların arasında yürüyüş yapıp vakit geçirdikten sonra sanata bayıldığımı bilen yerli bir arkadaşımın önerisiyle direksiyonumu Delaire Graff Estate’ye kırıyorum.

Tek katlı ferah evlerin olduğu, insanların huzurla bisiklete bindiği veya koşu yaptığı ara sokaklardan kıvrımlı bir dağ yoluna bağlanarak bu lüks şarap bağı ve otele varıyorum. William Kentridge, Deborah Bell, Dylan Lewis gibi Güney Afrika’nın önde gelen sanatçılarından eserleri barındıran sanat koleksiyonu otelin ortak alanları ve odalarında sergileniyor. Buraya sadece sanat koleksiyonunu görmek için veya şarap tadımı yapmak, yemek yemek için gelmek mümkün.

Fiyat konusuna bir parantez açmam gerekirse, ülkenin kur sebebiyle oldukça avantajlı olduğunu söylemem mümkün. Bir restoranda akşam yemeği Türkiye ile benzer fiyatlara çıkabilirken bazı şeyler ise bir parça daha uygun fiyata gelebiliyor.Yukarıda bahsettiğim tadımın 70 Rand yani Türk lirasıyla 20-30 TL gibi bir fiyata geldiğini söylemem bunu açıklar sanırım.

Güney Afrika deyince akla gelen bir diğer mevzu olan güvenlik konusunda ise Stellenbosch’un gayet güvenli olduğunu, yani sokakta rahatça yürüyerek gezebileceğinizi söyleyebilirim. Johannesburg, Pretoria gibi diğer şehirlerde ise beyaz biri olarak yürümeniz pek güvenli olmayabiliyor. Bunun nedeni herhangi bir ırkçı nefret değil daha çok hırsızlık gibi ekonomik temelli suçların sıkça görülüyor olması.

Ulaşım konusunda ise Cape Town’dan Stellenbosch’a giden trenlerin pek güvenli olmadığı yorumlarını aldığım için araba kiralamayı tercih ettim. Bunun dışında Cape Town’da toplu taşımanın ve taksilerin güvensizliği sebebiyle hep Uber kullandım.

Gün biterken fonda Stevie Wonder’ın yumuşak sesi ve “aslında burada ne güzel yaşanır” düşünceleriyle Cape Town şehir merkezine doğru dönüşe geçiyorum. Muhteşem manzaraları, mimarisi, sanat ve şaraplarıyla Stellenbosch, Güney Afrika seyahatimin hakkıyla geçirilmiş bir günü olarak hafızama yerleşiyor.

Rana Kelleci

www.theartsyblog.com

Instagram @ranakelleci