ÇAY DEYİP GEÇMEYİN

Yaklaşık 6.yüzyılda uykusuzluk orucu tutan budist rahipler bunun işlerine yarayacak bir şey olduğunu düşünüp bir özen, bir zahmet çayı Japonya’ya taşıyorlar. 1300-1400’lere gelindiğinde doğudan Hindistan ve İngiltere arasında seferler yapan East India Company adında bir şirket tarafından bu bölgelere de taşınmasıyla çayın hikayesi başlıyor.



Çayın tüm bu serüveni demlenen devinim misali yıllar içerisinde hep baki iken, birkaç zamandır dikkat kesilip şöyle bir baktım da, çay daha önceleri İstanbul’da hiç bu kadar özlenmemiş sanırım. Hani var olup da kıymetini göz ardı ettiğimiz kendimizce sıradanlaştırdığımız sonra bir anda kıymeti tekrar artan eşyalar gibi, insanlar gibi… Bundan yıllar yıllar öncesinden çeşitlendirilip tatlandırılıp; saray hayatından tutun da, halkın her kesiminde her şeyle mutlaka kendine bir eşlik bulan çay, artık tek başına özel sunumla tarih sahnesinde, tecrübesinin haklı gururuyla yer alıyor. Mutluluğa, derde, zamansız gelen ilhama, zamansız giden sevgiliye, iç ferahlatırcasına gelen dosta eşit mesafeden bakan, yabancılaştırmayan, hepsine kucak açan, sırt sıvazlayan çayın şiirlere şarkılara verdiği tat bugün hepimizin duygu haritasını çıkarırır cinsten…

Gelgelelim İstanbul’da bu keyifte olan, muhabbetle çay içilebilecek mekanları, bir süre önce zamana yayacak sakinlikte keşfe çıktım. “İstanbul ocak, insanlar demlik” misali her yerde özel çaycılar, hususi sadece çay satışı yapan mekanlar var. Her birinin birbirinden özel çayları, konumları ve müdavimleri mevcut. İşte ilk keşfim…

Sahibü’l Çay Asaf Osman Efendi

İçerisinde dört masası anca olan şık tasarlanmış güzel bir yer. Sonraları içinin hikayesini öğrenince merakımı daha da cezbetti ve yüzümde kulaklarıma kadar uzanan bir gülücük beliriverdi. Koştum ilk kendi sosyal sayfalarım üzerinden yazdım, arkadaşlarıma anlattım; “çok kalabalık gitmeyin yer bulamayabilirsiniz zaten gittiğinizde birileri oturuyor olacak, bir de siz eklenirseniz muhtemelen eklenemezsiniz” dedim… O rastladığım gün yer bulamadım, tekrar uğramak üzere ayrıldım. Sonraları bir merak bir merak bir akşam Üsküdar’dayken aklıma düştü, yer bulamasam da beklerim dedim ama mutlaka bugün gidip bir çay içeceğim.



Neyse ki yer vardı… İçeri girer girmez çok az bir sesle eski kayıttan bir tını kulağıma ilişti. Münir Nurettin Selçuk Kalamış’la karşıladı beni Asaf Osman Efendi. İçerisi küçük olduğundan oturduğum an yan masanın konuşmalarına kulağım takıldı. Birkaç konservatuvar öğrencisi, içlerinden biri edebiyat okuyor. İki üç hocaları var yanlarında ve müzikten bir sohbet tutturmuşlar dünya umurları değil… Arada burada olacak imza günleriyle ilgili bir şeyler lafladılar. Sonra öğrendim ki bu küçük mekana şu ana kadar birkaç yazar gelmiş, mekanı bilenler yazarların geleceğini duyanlar da ellerinde kitapları koşmuşlar, kitabı olmayanlar hazır fonda çayın keyfi varken koyu bir sohbet fırsatı yakalamışlar.

İş içeceğiniz çayı seçme noktasına gelince bir durun derim! Asaf Osman Efendi, burada bizi alışılmışın dışına çıkarıp şaşırtıyor. Çaylarınız makamlara göre kategorilenmiş. Demlikte bestelenen yöresel çaylar ve demlikte bestelenen harman çaylar olarak ayrılıyor. Bestenigar, Neveser, Suzinak, Ferahfeza isimlerinde içerikleri birbirinden farklı çaylar var. Her çay makamının havasına ve özelliğine göre düşünülmüş. Bir Ferahfeza ki ismiyle müstesna 🙂 Siz bunu içerken fonda bir Ferahfeza çalıyor da olabilir. Hatta belki şanslıysanız tüm bunların yanında Yaprak Sayar ve konservatuvar arkadaşlarının canlı meşkine bile denk gelebilirsiniz.

Asaf Osman Efendi’de sıcak ve soğuk olmak üzere bütün çaylarınızı özel sunumu ve Proust’un Madlen Kurabiyesiyle birlikte alıyorsunuz. Mekan konservatuvar ve edebiyat öğrencilerinin ağırlıklı uğrak yeri. Bu arada çayları hazırlayan ve sunumunu yaparken herkese çok farklı gelen bu çay repertuvarı menüsünü büyük bir sabırla anlatan mekanın işletmecisini de tebrik etmek gerektiğini düşünüyorum. Kolayına kaçmadan büyük bir zahmet vermişler.



Her imkana sahip olduğumuz ama ruhtan ve güzel muhabbetten yoksun olduğumuz bu yüzyılda bu tatlarda mekanlara rastlamanın insanın başına gelebilecek nadir güzel şeylerden olduğunu düşünüyorum. Bu mekanların ayrıntılarına şahit olmak ve o muhteşem eşlik etme kabiliyetine sahip çayları içmek için mutlaka yolunuzu bu rotaya düşürün derim. Kulaklarımı çınlatacağınıza ben şimdiden eminim 🙂

E madem öyle adet yerini bulsun çayın son yudumunu bir sözle tamamlayalım. Herkesin iyi kötü ayrı ayrı çeşitlikte çayı aklına düşürecek bu yazıyı Necip Fazıl’ın bir sözüyle bitirir miyiz?
Bence bitiririz.



“…çaycı getir ilaç kokulu çaydan, dakika düşelim senelik paydan…”

Yazı: Merve Karaytu
İletişim: mervekaraytu@gezginmedya.com