Fiyordların Gücü Adına! Preikestolen-Norveç

Norveç ve meşhur fiyordları özellikle de nam-ı değer Preikestolen, İngilizce adıyla Pulpit Rock, uzun uzadıya akıp giden gezi listemin ilk sıralarındaydı. Ülkenin çok pahalı olmasını ve 604 metre yüksekliğe tek başıma nasıl tırmanacağımı düşünürken tabii ki yine kendimi laptop başında bilet rezerve ederken buldum. Şubat ayı başındaydı Mayıs için İstanbul-Oslo seferleri THY ile yaklaşık 400 TL idi. Geri dönme şansı olmaması için bileti önce rezerve edip 1 saat sonra dayanamayıp satın aldım, gözümü karartmıştım. Oraya gidilecekti! Akabinde tüm Avrupa’yı birlikte dolaştığım biricik seyahat ekürime mesaj attım, iş yoğunluğundan ötürü geleceğinden çok umutlu değildim ama yine de şeytan dürttü ve gelen cevap: “ tamam ben de şimdi bilet alıyorum.” Sonrasında kamp konusunda tecrübeli bir arkadaşımızın da aramıza katılması ile ekip tamamlandı ve böylece 4 günlük Norveç maceramız başlamış oldu. Ülkeye Schengen vizesi ile giriş yapılıyor, İstanbul’da ise Orange Vize vasıtası ile Macaristan üzerinden vize veriyorlar.

Konaklama kısmı şu şekilde gelişti; öğrenciyken Türkiye’de AIESEC ile gönüllü projelerde birlikte çalıştığımız ve bizi düzenli olarak Oslo’ya davet eden Norveçli arkadaşımıza geleceğimizi haber verdiğimiz an odamızın hazır olduğunu söyledi, sağolsun orada kaldığımız süre boyunca da bizi prensesler gibi ağırladı kendisi ve eşi.  Böylece Oslo tarafında konaklama kısmını halletmiştik. Preikestolen için ise; hava gündüz 15-16 derece akşam ise yaklaşık 10 derece olduğundan doğa içerisinde kalıp kamp yapmak oldukça makul görünüyordu ve Preikestolen Camping’den gecelik kişi başı 85 TL gibi bir ücrete yerlerimizi ayırttık. O da yaklaşık 200 Norveç Kronuna tekabül ediyor.

Link: https://www.visitnorway.com/listings/preikestolen-camping/185601/

Bu kamp alanını hem sakinliği, hem fiyatı hem de tuvalet- banyo temizliği açısında kesinlikle tavsiye ederim.

Ulaşıma gelince, tabi ki doğa ile bütünleşip geze geze gitmek istediğimizden araç kiraladık. İnternet üzerinden birçok firma ile önceden rezervasyon yaparak araç kiralanabiliyor, böylece havaalanına indiğinizde aracınız hazır sizi bekliyor.

Yemek için ise çantamızın bir kısmını yolluk ve kamp esnasında kullanacağımız çanak çömlek ile doldurduk. Bozulacak türde yiyecekleri ise yol üzerindeki marketlerden satın almak üzere listemizi yaptık. Uçakta kamp ocağı taşımak yasak olduğundan onu da Oslo Merkezindeki bir kamp malzemeleri satan mağazada bulduk ve hemen aldık tabii ki. Yaklaşık 60 TL gibi bir rakamdı kendisi. Norveçliler kendi sularını Avrupa’nın en temiz suyu olarak görüyor, musluktan, sokaktaki çeşmeden, yol üzerindeki milyonlarca irili ufaklı şelaleden istediğiniz kadar su içebilirsiniz hem temiz hem de çok lezzetli.

Oslo’da ilk sadece bir buçuk gün vakit geçirerek şehir merkezini gezerek arkadaşlarımızla vakit geçirdik. Burada ilk fark ettiğim şey elektrikli araçların fazlalığıydı. Sonradan öğrendim ki dünya üzerinde en çok elektrikli araç kullanan ülkeymiş, devlet hibrid araçlarda vergi indirimi ve bazı lokasyonlarda ücretsiz park olanağı sağlıyormuş. Meraklısına link: https://en.wikipedia.org/wiki/Plug-in_electric_vehicles_in_Norway

Yolumuza Stavanger üzerinden devam ettik oradan da arabalı feribot ile fiyordlar bölgesine geçtik. Norveç bu sene Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri Ağı’nın yaptığı araştırmaya göre dünyanın en mutlu ülkesi seçildi. Gerek Oslo gerekse 10 saat süren araba yolculuğumuz, Stavanger’deki dinlenmemiz, Preikestolen bölgesindeki konaklamamız esnasında kesinlikle vardığım bir kanı; Norveç’in bu ünvanı tamamiyle hak ettiği. Yüksek refah seviyesi, saygı çerçevesinde yaşam, güler yüzlü insanlar, medeniyetin geldiği nokta ve doğal güzellikleri açısından 10 üzerinden 9 veriyor 1 puanı da adettendir diyerek kırıyorum 🙂

Bir doğa insanı olarak tabii ki bu kadar yeşillik, şelale ve göl arasında mutluluktan koşup koşup duvara çarpma istediğim tavan yaptı. Avrupa’da en çok göl bulunan ülke olarak da biliniyor, irili ufaklı olarak en az 450.000 adet göl varmış Norveç sınırları içerisinde. Hal böyle olunca biz de her 100 km’de durup çimlerde yuvarlandık, şelalelerden su içtik, temiz havayı ciğerlerimize doldurduk, bol bol fotoğraf çekildik. Biraz da bu yüzden kamp alanına gece ikide giderek karanlıkta ve yağmur altında çadır kurmak durumunda kaldık ama temiz hava sayesinde aldığımız 5 saatlik uyku bize yetti de arttı bile.

Sabah erkenden kalkarak kahvemizi içip kahvaltımızı ettik ve çadırlarımızı toplayarak yola koyulduk. Fiyord yaklaşık 4 km uzaklıktaydı ve ortalama 2- 2,5 saatlik bir tırmanma gerektiriyordu. Burada özel rehber ya da herhangi bir haritaya ihtiyaç yok çünkü yönlendirmeler gayet yeterli. Tırmanma dediğimi aslında trekking gibi düşünebilirsiniz ama kayalar büyük ve sert olduğundan kesinlikle tutuş gücü iyi olan bir tırmanış ayakkabısına ihtiyacınız olacak.

Yağmur yağdı yağacak korkusu ile çıktığımız yokuşun sonuna geldiğimizde şansımıza yağmur yoktu, sadece eşyalarımızı uçuran tatlış(!) bir rüzgar vardı ama gördüğümüz manzara tek kelime ile nefes kesiciydi… Benim yıllardır en büyük hayallerimden biri, Pulpit Rock’ın ucuna oturup ayaklarımı boşluğa sallandırmaktı ve bunu zorlanarak yapacağımı düşünürken gayet rahat bir şekilde ucuna kadar yürüyüp pıt diye oturdum. O kadar kalabalık alanda bunu yapan toplamda iki kişiden biri olduğum için yükseklik korkusu olan arkadaşlara kesinlikle tavsiye etmem.

Fiyordun ucuna oturduğumda önce gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım ve gözlerimi açıp etrafıma baktığımda hayatımda kendimi hiç hissetmediğim kadar özgür, mutlu aynı zamanda güçlü hissettim ve iyi ki dedim… İyi ki şu zamana kadar aklıma koyduğumu yapmıştım, iyi ki büyük küçük tüm hayallerimin peşinden koşmuşum diyerek gülümsedim. Çocukluğumdan beri düşlediğim yerde olmanın ve tabii ki 600 metre yükseklikten kendimi sallandırıyor olmanın adrenalini, kelimeler ile tarif edilemeyecek bir hazdı benim için. Tabii sonrasında sevgili ekürimin düşeceksin kalk artık çığlıkları arasında gerçek hayata dönmek zorunda kaldım.

Uzun bir süre ortamın tadını çıkarıp bol bol fotoğraf çekildikten sonra dönüş yoluna koyulduk, burada aşırı dikkatli olmamız gerekiyordu çünkü öğrendiğimiz kadarı ile en çok kayma, yuvarlanma ve düşme gibi kazalar dönüş yolunda yorgunluktan ve dikkat eksikliğinden oluyormuş. Birkaç kaymanın sonunda bir yerimizi kırmadan dönüş aracımıza yerleştik ve huşu içerisindeki 10 saatlik sürüş maceramız yeniden başlamış oldu. Dönüş yolu boyunca listeme bir tik daha atmış olmanın verdiği mutluluk ve yüzüme yansıyan şapşal gülümsemesi tabii ki benimleydi.

Burada araç ile seyahat edeceklere ufak bir tavsiye: yollar fazlasıyla virajlı olduğundan bayağı yorucu. Araba ile yolculuk yapacaksınız kesinlikle iki kişi kullanmalı ve mümkünse düz vites araç kiralanmamalı!

Bir maceramız daha böylece sonuna gelmişti ama tabii ki bu kadar sakin ve olaysız geçmedi gezimiz. Hatta gezdiğim ülkeler arasında en adrenalin dolu olanı bile diyebilirim. Sizleri sıkmamak adına başımıza gelen aksilik ve komik olayların detaylarını vermedim. Merak edenler için aşağıda paylaşıyorumJ

—————————————————————————————————————–

Ekürim ve ben ayrı ayrı gayet disiplinli insanlarız ama bir araya gelince nedense bir tembellik, bir üşengeçlik, bir son dakikacılık alıp başını gidiyor. Evimin havaalanına 9 dakika mesafede olmasından ötürü azıcık oyalandığımızdan 7:30’daki uçağımız için 06:50’de havaalanına giriş yapmış olmamız tamamen ikimizin bir arada olmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Normal şartlarda ben ne kadar uzağa gidersem gideyim hiç valiz vermem ve online check-in yaparak vakit kazanırım ama kamp çantalarımız kabine sığmayacağından vermek durumunda olduğumuzu atlamışız, böylece alana girer girmez iş bölümü yaparak birimiz harç pulu almaya, birimiz eşyaları vermeye diğerimiz de bir sonraki uçaktaki fiyat farkını öğrenmek adına ofislere koştu. Check-in yapan görevli uçağı asla yakalayamayacağımızı düşünerek çantalarımızı almak istemese de kavga dövüş check-in’i yaptırarak eşyalarımızı verdik çünkü biletlerimiz promosyon biletti ve sonraki uçağa 5 katı ücret ödemek istemedik. Sonrasında havaalanında depar atmak sureti ile pasaport sırasına koşarken gördüğümüz manzara inanılmazdı; tarih 19 Mayıs tatiline tekabül ediyordu ve şuana kadar gördüğüm en uzun kuyruktu. Öncelikle sıradaki insanlara durumumuzu anlatmak istedik ama haliyle sırasını vermek istemeyenler oldu… Biz de pasaport polisinden rica ettik ve kendisi sağ olsun yardımcı olup bizi öne aldı. Yine de yetişme ihtimalimiz çok düşükken fark ettik ki bizimle benzer durumda bir sürü insan vardı ve  şöyle bir anons yapıldı “ pasaport sırasındaki yoğunluktan dolayı tüm uçuşlar ertelenmiştir.” dört ayak üzerine düşmenin vuku bulmuş haliydik resmen ama yine de pasaporttan geçtiğimiz an koşuşturma tekrar başlamıştı, iyi ki de koşmuşuz çünkü uçağa en son biz bindik.

Büyük bir rahatlama ile uçağa bindiğimizde Alman disiplinine sahip diğer arkadaşımız kendi çapında sinir krizi geçiyordu ama bilmiyordu ki bu daha başlangıç! Uçak tam kalkmak üzereyken bir eksiklik fark ettim ve ne olduğunu anlamam uzun sürmedi… Kameram yoktu. Takside unutmuş olabileceğimi düşünmek bile istemiyordum çünkü kendimizi sokağa attığımızda önümüzde duran ilk taksiye binmiştik ve o can havliyle asla plakasına ismine vs bakmadık. Neyse ki kameramı evde unuttuğum haberi çok geçmeden geldi ve diğer güzel haber ise yaklaşık benimle aynı ağırlıkta olan ve kullanmayı bir türlü beceremediğim bir profesyönel kameramızın daha olmasıydı. Yukarıdaki tüm fotolarda kendisinin emeği olduğundan şuan onu minnetle anıyorumJ Tam uçağımız kalktı artık başımıza bir şey gelmez derken kaynar kahvenin arkadaşımızı haşlaması ile karabulutların hala bizimle olduğunu anlamış olduk.

Oslo havalimanına indiğimizde güzel güzel pasaporttan geçmişken sevgili ekürimin olmadığını farkettik. Pasaportundaki parmak izi ile o an verdiği parmak izi tutmadığından kendisini “özel bir odaya” almışlardı. 21. Denemenin sonunda çok şükür parmak izleri uyuştu da biz de rahatça bagajlarımızı almaya yöneldik. O esnada başımıza daha ne gelebilir ki diye düşünürken bir de çantalar gelmesin tam olsun huhahahua diye konuşuyorduk ki Yaklaşık 1 saatlik beklemenin sonunda içerisinde çadır ve uyku tulumlarımızın bulunduğu çantamız gelmeyince yüzümüzdeki morluk oranını tahmin edersiniz sanırım. Hemen kayıp eşya kısmına gittik, hafiften telaşlar başlamıştı ve biz yorgunluktan ölüyorduk. Yine bir oraya bir buraya koşturma sonucu ne öğrendik dersiniz? Çantamız İstanbul’da kalmış!!! Yine bir depar ile THY’nin ofisine attık kendimizi, akşam bir uçak daha olduğu ve onunla gelebileceğini söylediler ve yetkililerin iletişim bilgilerini aldık sonra da  kanadı kırık kuşlar gibi önceden kiraladığımız aracımızı teslim alıp diğer uçağa kadar şehir merkezinde gezmeye koyulduk.

Tahmin edebileceğiniz üzere akşam uçağında valiz gelmedi ve sonraki sabah saat 10:00’da Oslo’ya varacak uçakla geleceği söylendi. Sorun ise; biz sabah 6’da yola çıkmayı planlamıştık çünkü önümüzde 10 saatlik bir mesafe vardı ama böylece kamp çantamızı aldıktan sonra çıkmış olduk, oyalanarak da gidince kamp alanına karanlık ve yağmurlu havada vardık maalesef. Yine de mutluyduk o ayrı.

Bu arada tekrar havaalanına gidene kadar hiçbir sorun yaşamadan ve kendimizi de riske atmadan çok güzel bir gezi geçirmiştik. Havaalanına da vaktinde gitmiştik, oohhh  görev tamamlanmıştı artık. Ta ki orta yaşlı bir THY görevlisi gelip, “Pardon 3 kişi misiniz?” diye soruncaya kadar. Biz manasızca kendisinin suratına bakarak evet, neden diye sorduk haliyle ve akabinde gelen cevap; “Uçağımızda fazla satış var, sizi bu gece burada misafir etsek üzerine kişi başı 400 Euro ödesek ve yarın sabah dönseniz nasıl olur?” Biz tabii ekürimle çalışma aşkı ile dolu olduğumuzda ertesi gün iş var, nasıl olur ki vs diye müzakere yaparken adam sırtımızda çantalar ve spor kıyafetlerle bizim daha genç olduğumuzu düşünmüş olmalı ki, “Sizin gibi öğrenciler, bu opsiyonu hep kabul ediyor.” Demesin mi, gülsem mi ağlasam mı bilemiyorken Alman disiplinli üçüncü ekürimizden tokat gibi bir soru geldi. “Yahu pardon da neyini düşünüyorsunuz bu teklifin acaba?” Ve tabii ki haklıydıJ ilk defa online check-in yaptırmamanın faydasını görüyorduk.

Böylece dünyanın en pahalı ülkesini, bol maceralı ve çok güzel bir şekilde para harcamadan gezmiş olduk. Ben dünyanın en mutlu ülkesine yaptığımız bu 4 günlük tatilden inanılmaz zevk aldım ve macera seven doğa aşıklarına şiddetle tavsiye ederim. Bir sonraki yazıda uzaklarda görüşmek üzere.

Yazı ve Fotoğraflar: Emine Yeşilçimen

İletişim: emineyesilcimen10@gmail.com

Instagram: eyesilcimen