Hakuna Matata! – Sonunda Kenya’dayım

Kenya… Çok uzun süre hayalini kurdum bu ülkeye ayak basmanın. Çoğu insanın “Seyahat Edilecek Ülkeler” listesinde ilk sıralarda yer almak şöyle dursun, belki o listeye hiç giremeyen bir ülke olsa da uzun süre hayallerimi süsledi. Aslında Afrika maceramın ilk durağı Kenya değil. 2 yıl önceki Tanzanya seyahatim bu kıtanın insanı mutlu eden iklimini, coğrafyasını ve harika insanlarını bir nebze tanımamı sağladı. Buralara tekrar geleceğimi içten içe hissetsem de hem uzaklığı, hem Afrika’ya tekrar gelmek için kendimce ciddi bir bütçe ayırma gerekliliği hem de çevremdekilerin bu duruma anlam veremeyen bakışları beni kısa bir süre durdurdu 🙂 Sonrası bilindik hikaye; eşimle birlikte kendimizi Nairobi bileti araştırırken bulduk. Böylece Mombasa, Lake Nakuru, Maasai Mara ve Nairobi’de geçecek olan toplam 10 günlük Kenya maceramızın temeli atılmış oldu.

Konaklama kısmını www.booking.com üzerinden hallettik. Mombasa’da kaldığımız otel hariç, özellikle safari alanlarındaki lodge’lar ve Nairobi’de kaldığımız oteldeki temizlik ve hizmet gerçekten beklentimin çok üzerindeydi. Hoş, seyahat ederken konaklama ile ilgili temizlik dışında bir beklentim de yoktur zaten.

Kahire aktarmalı olarak Kenya’nın başkenti Nairobi’ye uçuşumuz toplam 9 saat sürdü. Seyahat halinde olmayı çok sevdiğim için zorluklarına rağmen uzun uçuşları çok severim (hele ki sonunda hayalini kurduğum bir varış noktası varsa). Dönüşümüz de Nairobi’den olacağı için, başkenti en sona bırakarak hiç beklemeden Mombasa’ya geçtik. 

Kenya günlerimin mutluluğu içinde kendimi kaybetmeden önce, ülkeye gitmeden yapılabilecek ama zorunlu olmayan bir hazırlıktan bahsetmek isterim. Kenya, ülkeye giriş yapmak için aşı zorunluluğu olan Afrika ülkelerinden biri değil. Ben aşı olmak ya da herhangi bir ilaç kullanmak konusunda isteksiz olduğum için yaptırmadım, bir problem de yaşamadım. Ancak eşim önlem olarak sarı humma aşısı yaptırdı. Yani, şart değil ama içiniz rahat olsun diye isterseniz yaptırılabilir.

Mombasa

Gelelim ilk durağımız Mombasa’ya. Aslında tam hayalini kurduğum gibiydi her şey. Anlatmaya Mombasa Old Town’dan başlamak lazım galiba. Zanzibar’daki Stone Town’a oldukça benzeyen bir bölge burası. Küçük bir bölge olan Mombasa Old Town ağırlıklı olarak Müslümanların yaşadığı bir mahalle diyebiliriz. Hemen girişinde bölgenin küçük bir haritası var. Haritanın bulunduğu yoldan biraz ilerlediğinizde Fort Jesus kalesini görüyorsunuz. Fort Jesus kalesi 15. yüzyılda, o dönemde bölgeye hakim olan Portekizliler tarafından şehri koruma amaçlı inşa edilmiş. Söylentiye göre avlusunda bulunan kocaman çapa da Vasco Da Gama’ya aitmiş ama doğruluğundan açıkçası şüpheliyim J Yine de girip gezmeye ve harika manzarayı seyretmeye değer. Hemen giriş tarafında bulunan tezgahlardan da ananas, mango ve bilumum tropikal meyvelerden alıp tadabilirsiniz. Bu bölgede (aslında tüm Kenya’da) paranız, telefonunuz ve özel eşyalarınıza çok dikkat etmelisiniz. Tekin yerler değil, fotoğraf çekerken bile zorlandığımı söylemeliyim.

Bölgede ulaşım, Asya ülkeleri ile benzer şekilde genellikle tuktukla yapılıyor. Her şeyde olduğu gibi, tuktuklara da binmeden önce mutlaka pazarlık edilmeli.

Fort Jesus, Old Town’un başlangıcında bulunduğu için içerilere doğru yürüdükçe Old Town’un labirent sokaklarında kendinizi kaybetmeye başlıyorsunuz. Arap kültürü ve mimarisinin etkisinde kalmış bir bölge olduğu için birkaç cami dikkat çekiyor. Özellikle Mandhry Camii daha önce gördüğüm hiçbir camiye benzemiyor. Camilerin yanı sıra, Old Town’ın biraz dışında kalan Holy Ghost Katedrali ve Lord Shiva, Swaminarayan, Sikh ve Khonzi budist tapınakları da görülmeye değer.

Beni Kenya’da en çok heyecanlandıran şeylerden biri de kahve. Mombasa Old Town içerisinde Jahazi Coffee House, orijinal Kenya kahvesi içebileceğiniz güzel bir cafe. Old Town’ın batı tarafında bulunan baharat pazarından da kahve alıp Türkiye’ye getirilerek, evde içerken Mombasa günleri yad edilebilir 🙂

Hint Okayanusu kıyısındaki Mombasa’ya gidip de güzel, altın kumlu plajlarına uğramamak olmazdı. Birkaç farklı plaj var, biz en bilinenlerinden biri olan Nyali Beach’e gittik. Bütün gün okyanusta yüzüp, sonra şezlongda uyumak ve yemek-içmek sureti ile tembelliği sonuna kadar yaşadık 🙂 Nyali Beach’in dışında Bamburi, Diani, Shanzu ve Tiwi plajlarından birini de tercih edebilirsiniz. Hatta Mombasa gezinizi plaj kısmına ağırlık vererek gerçekleştirmek isterseniz buradaki beach hotellerden birinde konaklamayı da tercih edebilirsiniz. Biz okyanusa sadece bir gün ayırdığımız için, şehir merkezine yakın bir hotelde konaklamayı seçtik.

Mombasa’da toplam 3 gün kaldık, ki Mombasa için belki de uzun sayılabilecek bir süre. İlk gün plaj, ikinci gün Old Town bölgesi, üçüncü gün de safariye çıkmadan önce vahşi doğadan bir kesit görebileceğiniz Haller Park, şehrin simgelerinden Mombasa Tusks’ın da bulunduğu Moi Avenue’nun olduğu bölge, katedral ve tapınaklar derken günler hızlıca geçti.

Lake Nakuru

İkinci durağımız Lake Nakuru. Bizi 5 gün boyunca gezdirecek olan rehberimiz Fred’le buluştuk. Aslında buralara gelen çoğu kişinin aksine, ben safari hayaliyle gelmedim. Beni daha çok, bölgedeki insanların yaşayışını gözlemlemek heyecanlandırıyor. Yine de burada yaşayan ve ülkemizde pek rastlanmayan hayvanlara ve elbette muhteşem doğaya hayran kalmamak elde değil. Tam da bu noktada, çocukluğumda televizyonda Barış Manço’nun 7’den 77’ye programındaki Kenya gezisini unutamadığımdan da bahsetmeliyim. Hala bazen açıp izlerim o bölümü. İşte orada gördüklerim beni o kadar etkilemişti ki, safariye biraz da aklımda o görüntülerle çıktım.

Lake Nakuru muazzam bir yer, pembe flamingoların cenneti. Dönemine göre sayıları milyonları bile bulabiliyormuş. Biz Maasai Mara öncesinde, Lake Nakuru National Park içerisinde de 1,5 gün süren küçük(!) bir safari yaptık. Flamingolar, beyaz ve siyah gergedanlar, babunlar, yaban domuzları, su aygırları, farklı türde kuşlar ve ünlü Rothschild zürafalarını gördük. Lake Nakuru ile ilgili söyleyeceğim her şey biraz eksik kalır, o yüzden burada sözü fotoğraflara bırakıyorum 🙂

Maasai Mara

Üçüncü durağımız Maasai Mara. Swahili dilinde Maasailerin arazisi demekmiş. Maasai Mara bölgesi Great Rift Valley’in içerisinde bulunuyor, tıpkı Lake Nakuru gibi. Bu gözler binasız bir arazi görmeye pek alışık olmadığından, bir süre şaşkın bir şekilde bu koca vadiye bakakalıyoruz. Göz alabildiğine geniş ve el değmemiş bir arazi. Gelsin panaromik fotoğraf çekimleri.

Maasai Mara bölgesine vardığımızda bir süre dinleniyoruz ve akşam üzeri yine düşüyoruz aslanların, çitaların peşine. Safari yaparken amaç African Big 5’i tamamlamak. Yani aslan, leopar, fil, gergedan (siyah ve beyaz) ve buffalo. Biz Lake Nakuru ve Maasai Mara’da geçirdiğimiz toplam 4,5 gün boyunca leopar hariç diğer tüm Big 5 üyelerini gördük. Demek ki Afrika’ya tekrar gitmemiz lazım, Big 5 eksik kalmasın 🙂 Big 5’a ilave olarak sırtlan, ceylan, wildebeest denen Afrika antilobu, zebra, timsah ve daha birçok hayvan türünü yakından görme ve fotoğraflama şansımız oldu. Özellikle aslanlar… Ormanlar kralı ünvanının hakkını veriyorlar.

Maasai Mara gezimizin beni en çok heyecanlandıran kısımlarından biri de Maasai köyü gezmek oldu. Maasai kabilesine mensup bir köyü, köyün şefinin oğlu refakatinde gezdik. Zaten yabancı olarak tek başınıza asla giremezsiniz. Mutlaka yanınızda size eşlik eden bir yerli olmalı. Rehberimiz Fred bizi, şu an maalesef ismini hatırlayamadığım Maasai yol arkadaşımıza teslim edip yanımızdan ayrıldığında kalbimin küt küt attığını hatırlıyorum. Hem heyecandan hem de açıkçası biraz korkudan. Girişte, köye yardım amaçlı bir bağış yapmanız bekleniyor. Kişi başı 25 USD.

Rehberimiz İngilizce bildiği için iletişimde problem yaşamadık. Kendisinin babası köyün şefiymiş. Erkek kardeşleri de olmasına rağmen babasının halefi kendisiymiş. 19 yaşındayken, Maasailerde erkekliğe adım atmanın bir sembolü olarak, aslan öldürmüş. Öldürdüğü aslanın kafa derisinden de kendisine bir başlık hazırlamış. Sağolsun kafama takarak fotoğraf çekilmeme izin verdi 🙂

Köyün genç erkekleri bizi geleneksel Maasai dansı ve şarkıları ile karşıladı. Dans esnasında beni de aralarına çekerek danslarına katılmamı teşvik ettiler. O kadar ürktüm ki eşime dönüp “Bir şey yapmayacak mısın?!!!” dercesine baktım 🙂 Sonra ürkekliğimi atıp keyifle eşlik ettim danslarına. Sonrasında bize taşlardan ateş yakmayı öğrettiler ve bizi kulübelerinde ağırladılar. İlk başta hissettiğim korkunun aslında ne kadar yersiz ve önyargı dolu olduğunu anladım. Zaten seyahat etmeyi bunun için bu kadar seviyorum. Yaşadığımız her şeyin aslında kafamızda olup bitenlerden ibaret olduğunu daha net idrak etmemi sağlayan başka hiçbir şey yok bu hayatta. Neyse, Maasai köyüne geri dönelim 🙂 Dediğim gibi, oldukça misafirperver insanlar. Şehirde yaşadığım güvenlik eksikliğinden kaynaklı korkuyu Maasailerin yanında yaşamadım. İnanmak zor gelecek belki ama inanın cebinizdeki para, elinizdeki pahalı telefon veya fotoğraf makineleriniz bu insanların umrunda bile değil. Değil ki eşyanızı çalmak, dönüp bakmıyorlar bile. Sadece çocuklar fotoğraf makinasına bakmak istedi, o da tamamen meraktan. Çok tatlılardı. Köye ilk girdiğimizde bize uzaktan yabani bakışlar atarken, birazcık ilgi gösterdiğimizde hemen yanımıza gelip bizimle kaynaştılar. Bir sürü fotoğraf çekildik birlikte.

Maasai Mara ile ilgili anlatacak çok fazla anı ve detay var. Sayfalar sürer belki de. Konuyla ilgilenenler için faydalı olabilecek bir bilgi eklemek isterim. Biz 5 gün süren ve Lake Nakuru ile Maasai Mara’yı kapsayan safari turumuzu www.naturaltoursandsafaris.com websitesinden satın aldık. Oldukça güvenilir ve ilgili bir tur şirketi. Websitede farklı safari tur programları var, beklenti ve bütçenize uygun olanı seçebilirsiniz. Kenya gezimizin en maliyetli kısmı safari kısmıydı ama verdiğimiz paraya sonuna kadar değdi. Pakete dahil olanlar: Muhteşem lodge’larda (Sopa Lodge Group) konaklama, 3 öğün lezzetli yemekler ve rehber eşliğinde safari. Websitede fiyatları görebilirsiniz. Alternatif tur şirketleri için TripAdvisor’a da göz atabilirsiniz.

Nairobi

Son durağımız başkent Nairobi. İstanbul trafiği ne ki a dostlar 🙂 İnanılmaz bir trafik, inanılmaz bir kargaşa, inanılmaz bir kalabalık. Ama herkes halinden memnun görünüyor. Yani anlayacağınız Hakuna Matata (problem yok).

Suç oranının yine oldukça yüksek olduğu bir yer. Tabi bunları düşünüp kafamızı yormuyoruz, atıyoruz kendimizi sokaklara. Nairobi’de 2 günümüz var. Zaten genelde bir aktarma noktası olarak kullanılıyor. Uzun uzun zaman geçirilecek bir yer değil, görmek istediğimiz yerler için 2 gün bize yetti.

Burada ulaşımımızı genellikle otel aracılığıyla çağırdığımız taksilerle yaptık çünkü yoldan çevirdiğiniz taksiler maalesef güvenli olmayabiliyormuş. Taksiye alternatif olarak, buranın minbüsleri olan matatuları kullanabilirsiniz. Eminim unutamayacağınız bir deneyim olur 🙂

İlk gün Karen Blixen Museum’u ziyaret ettik. Danimarkalı yazar Karen Blixen, Kenya’da yaşamış önemli bir kişi. Out of Africa filminde hayatı ve Kenya’da geçirdiği günlerin hikayesi anlatılıyor. Karen Blixen’ı da Meryl Streep canlandırıyor. Müze Karen Blixen’ın evi zaten, ayrıca filmin bir kısmı da yine bu evde çekilmiş. Burası şehir merkezine biraz uzak sayılır. Daha sonra akşam yemeği için, Nairobi’ye yolu düşenlerin mutlaka uğradığı Carnivore adlı ünlü restauranta gidiyoruz. Masaya değişik sosların bulunduğu bir servis getiriyorlar. Tepesinde de küçük bir bayrak. Siz iyice doyup bayrağı indirene kadar et servisi yapmaya devam ediyorlar. Burada değişik etleri tatma imkanımız oldu. Hayatımda ilk kez deve kuşu ve timsah eti yedim, hiç de fena değildi.

İkinci ve son günümüzü Nairobi şehir merkezinde geçiriyoruz. Ünlü Kenyatta Caddesi’ni baştan başa dolaştıktan sonra, caddenin sonundaki Uhuru Park’ta soluklanıyoruz. Haftasonuna denk geldiği için, çoluk çocuk parka doluşmuş şehirli Kenyalı aileleri seyrediyoruz bir süre 🙂 Sonrasında Kenya Ulusal Müzesi’ni geziyoruz. Kenya’nın demografik yapısı ve tarihini daha yakından tanıtmak için oldukça güzel hazırlanmış bir müze burası. Kenya Ulusal Kongre Merkezi de yine bölgede görülmesi gereken önemli yapılardan biri.

Tüm bunlara ilave olarak Giraffe Center, Nairobi National Park, Fil Yetimhanesi ve Bomas of Kenya Müzesi de gezilebilir. Açıkçası biz safaride tüm hayvanları doğal ortamında görüp bir de Maasai köyü gezdikten sonra buralarda yeni bir şey görmeyeceğimizi düşünüp, yerine yukarıda saydığım yerlere gitmeyi tercih ettik. Nairobi’den önceki toplam 8 gün boyunca vahşi doğaya ve yerel halkla kaynaşmaya doymuştuk 🙂

Kenya maceramız işte böyle… Hayat ne getirir bilinmez ama imkan bulursam Afrika’ya mutlaka tekrar gitmek isterim. Daha da uzaklarda görüşmek ümidiyle.

 

Yazı ve Fotoğraflar: Nihan Çolak

İletişim: nihankurtay@gmail.com

Instagram: nihancolak