Korsan Yatağı; Saint Malo
Saint Malo Mont, Saint Michelden sonra gidilecek en yakın ve cazip merkez. Mont Saint Michel’de muhteşem gelgite şahit olduk. Akşam yemeğini hak ettik. Ancak yemek için Mont Saint Michel’in tuzlu etleriyle yapılan yemekler yerine konaklayacağımız Breton bölgesindeki San Malo mutfağını tercih ettik. Tercihte direksiyondaki arkadaşın rolünü yadsımıyorum. Bizi adeta kaçırırcasına San Malo’ya götürdü. Dur gitme, bizim fidye ödeyecek kimsemiz yok dediysek de dinletemedik. Soluğu korsan yatağı San Malo’da aldık. Sakin, fazla sakin bir şehirle karşılaştık. Avrupa’nın küçük şehir ve kasabaları çok sakindir biliriz. Köyleri toplu intihar vakaları yaşanmışcasına sakindir. Burası çok da küçük sayılmayacağı için pencerelerde ışık görmeyi umduk.
San Malo 6. yüzyılda deniz ticareti yapan, gerçek tanımıyla korsanlarca önce on üç uzun yıllar sonra on beş ev daha olmak üzere kurulmuş. 1590 yılından itibaren dört yıl bağımsız cumhuriyet olarak kalmış. Burası aynı zamanda Hindistan, Çin ve Amerika kıtasına kalkan ticaret gemilerinin limanı imiş. Kralın 17. yüzyılda el koyulan gemilerle altın çağını yaşayan şehrin korsanlarından komisyon aldığı da bilgiler arasında. 1856 yılında Paris deklorasyonu ile korsanlık müessesesine son verilmiş. 1944 yılında, savaş sırasında kalenin büyük çoğunluğu harap olmuş. San Malo’lular şehirlerini yeniden yapmakta gecikmemişler.
Gelgitin en yoğun yaşandığı yerlerden biri bu bölge. En yüksek ve en alçak gelgit farkı ortalama 13 metre imiş. Sahile gelgitle ilgili ama ilginin ne olduğunu bilemediğimiz çok sayıda kütük dikmişler.
Mont Saint Michelden sonra en yoğun gelgitin yaşandığı yerlerden biri olmalı.
Denize açılan nehrin bir noktasında gelgiti kontrol etmek, gemilerin hareketini kolaylaştırmak için bir de baraj yapmışlar.
Moka adlı bir mahalle varmış burada. Görmedik, sadece duyduk. Bilinen tarihi 10. yüzyıla uzanan kahvenin içimi için 15. yüzyıla ve Yemen’e işaret ediliyor. İlk kahvehane 1544 yılında İstanbul’da, sonra 1640 yılında Viyana’da açılmış. Fransız ticaret filosu 1664 yılında San Malo’dan Yemen’e sırf kahve getirmesi için üç gemi göndermiş. İşte efendim bölgenin adının moka olmasındaki sebep budur muş. Bu bilgileri San Malo’yu tanıtan bir broşürden aldım. Ben onların yalancısıyım.
Eski şehirde, surların dışında, sahil boyundaki otoparka aracımızı bırakmak zorundayız. Surların dibindeki yol ile büyük liman arasındaki kordon üzerinde yer alan şerit aynı zamanda bir otopark.
Hem yoğun gelgit hem büyük liman ne ola ki diye düşünüyoruz. Vallahi çözmüşler. Taaa 1700 lü yılların başında Parisli bir mühendis denizi doldurarak şehrin çevresinin yapımını planlamış. Limanın denize açık olmayışı, kanal sistemi içinde kurulmuş olması bu sebepten olsa gerek. Surlardan içeri kaydığımızda uzun bir cadde ve onu çepeçevre saran restoranlarla kuşatıldık. Hava ayaz, San Malo halkı erkenden evlerine çekilmiş, ortam sevimsiz, biz açız. Hemencecik yemek yiyecek bir midyeci bulduk. Yemeğimizi çok beğendiğimizi söylemek zorundayım.
Ünlü midyeci Leon’un Paristeki şubelerinden birinde heyecanla sipariş edip hayal kırıklığıyla ayrıldığımı söylersem lezzet farkını anlarsınız.
Otelde uykuya koşmadan önce meydandaki kafe Chateaubriand’a uğrayıp kahvemizi içtik. O kadar yorulmuşuz ki deliksiz bir uykuyla sabah oldu.
Sabah kalkıp dolaştığımızda sevimli sempatik bir ortam göremedik. Kara kuru, dar sokakları ile sevimsiz bir şehir. Ne zaman ki güneş çıktı, turistler ortaya döküldü, dükkanlar birer birer açıldı, işte asıl hoşluk o zaman başladı.
Surların üzerini çepeçevre saran yürüyüş yolunda, mis gibi havayı soluyup şehre hakim bir kumandan gibi diğer uçtan inip plaja gittik.
Plajda saatler geçirilebilir. Öylesine güzel. Önceki geceki gelgitten fazla etkilenmiş görünmüyor.
Kale içindeki her köşede krepçiler, tatlıcılar ve bilumum yiyecek dükkanları davetkar görünüyor. Kırmadık tabii. Kilolarımıza bir kaç yüz gram ekledik. Hediyelik eşya dükkanlarında alışılmışın dışında ağırlıklı olarak deniz ve denizcilik teması üzerine ürünler satılıyor.
Cider ve cider içmek için yöreye özgü kulplu büyük fincan ve kaseler ile konserve deniz ürünleri satan dükkan sayısı azımsanmayacak kadar çok. Bölge her çeşidi yapılan krepleriyle ünlü. Zaten kahvaltıda çay eşliğinde krep yedik. Yöreye özgü karamel çok bilinen bir şekerleme. Karamelin ekmeğe sürülüp yemek üzere satılan bir versiyonu da var ki tadına doyulmaz, öylesine lezzetli. Bir kavanoz almadığıma pişmanım. Galette dedikleri tereyağlı bisküvileri ve fırınlarda satılan belem pastasına benzer görünüşlü tatlıları müthiş. Acıktınız di mi? Ben de..
Yazı ve Fotoğraflar: Ayşe Özek
İletişim: ayseoozek@hotmail.com
Web: havaneli.com