Fluctuat Nec Mergitur: Sallanan Ama Batmayan Şehir; Paris

Öncelikle neden Fransızca mıdır başka bir şey midir, ne olduğu belli olmayan bir cümleyle giriş yaptığımı açıklamak istiyorum. Paris, malumunuz efendim, dünyadaki en önemli ve hiç şüphesiz en güzel şehirlerden biri. ‘’Aşıklar şehri’’ deriz biz genelde, bir de ‘’Ville Lumière’’ diye ananlar da var, bunun anlamı ‘’Işık Şehir.’’ ‘’Fluctuat nec mergitur’’ ise Paris’in özlü sözü, en eskiye dayanan sözü. Latince bir cümle ve ‘’sallanır ama batmaz’’ şeklinde bir anlamı var. Cümlenin olayı da şu aslında, Paris’in armasında bir gemi figürü var ve bu söz de buna ithafen ortaya atılmış. Ayrıca Paris’te çok fazla taş ocağı varmış eskiden. Yani şehir bu ocakların üstüne kurulmuş. Şehrin isminin de buradan geldiği tahmin ediliyor.

Paris ile ilgili şunu söylemem gerek. Kesinlikle sokaklarında kaybolun! Burası gezerek keşfedeceğiniz, keşfettikçe hissedeceğiniz bir şehir. Tamamen farklı bir havası olan bu şehrin sokaklarında gezerken, bambaşka renklerde olan ve bambaşka dilleri konuşan yüzlerce insan görüyorsunuz, yapıların büyük çoğunluğu alışagelmiş mimarinin dışında olduğu için her adımınızda ilginizi çeken bir şeyler buluyorsunuz ve izliyorsunuz ya da fotoğraflıyorsunuz, sokak çalgıcılarının da hakkını yememek lazım, bu muhteşem karelere kattıkları fon müzikleriyle farkında bile olmadan her şeyi biraz daha güzelleştiriyorlar bizim için.

Dil bilmiyorum, yol bilmiyorum gibi korkulara kapılmayın. Zaten yürüyerek oldukça rahat bir şekilde gezebilirsiniz burayı. O yüzden adım atmaktan korkmayın. Ama yine de yürümem üşenirim diyorsanız metrolar veya diğer toplu taşımalar da işinizi rahatlıkla görür, fiyatları da gayet normal.

Söz konusu Paris gibi bir şehir olunca gezilip görülmesi gereken bir sürü yer var doğal olarak. Peki ben nereleri anlatabilirim?

Jardin des Tuileries (Tuileries Bahçesi)

Bu kocaman park eğer şansınıza çok kalabalık değilse, o an dünyanın en huzurlu yeri gelebilir size. Havuzun başında oturup sohbet eden insanlar, yürüyüş yapanlar, uyuyanlar, kitap okuyanlar derken bazen rahat olamıyor insan duruma göre. Ama kalabalık olsa bile hiç kimse ya da hiçbir şey tadınızı kaçırmıyor aslında. 

Avenue des Champs-Élysées (Şanzelize Caddesi)

Paris’in kesinlikle en güzel ve en ünlü caddesi. Baştan başa dolaşmak oldukça keyifli. Çünkü burası inanılmaz derecede kalabalık olan bir yer. Bunun nedeni yürüyüş ve alışveriş için oldukça uygun bir yer olması. Sağlı sollu sıralanmış mağazalar ve yemek yerleri ister istemez insanın dikkatini çekiyor. Burasının eskiden tarla olduğu gerçeğini ve şu an aşırı lüks ve pahalı bir nokta olduğunu da hemen ekleyelim. (Hem kalabalıktan hem kendimi mağazalara kaptırmaktan fotoğraf eksik kalmış)

Place de la Concorde (Concorde Meydanı)

Şanzelize’nin başında bulunan, yine oldukça kalabalık ve hareketli bir meydan burası.

(Burasıyla ilgili pek hoş olmayan bir bilgi, bu meydanda idam edilmiş bir sürü isim var)

Arc de triomphe de l’Étoile (Zafer Takı)

Napolyon, Austerlitz Savaşı’nda Fransız askerlerine seslenmiş ve “Evinize zafer taklarının altından geçerek döneceksiniz.” demiş, sonrasında da bu anıtı inşa ettirmiş.

Arc de Triomphe du Carrousel (Carrousel Zafer Takı)

19. Yüzyılda Napolyon’un zaferleri anısına inşa ettirilmiş.

Cathédrale Notre Dame de Paris (Notre Dame Katedrali)

Paris denilince akla ilk gelen Eyfel Kulesi olur genelde. Çoğu insanın bu şehri ziyaret etme sebebidir, şehrin en önemli simgesidir. Ama ben nedense katedrali kuleden çok daha fazla beğendim. Böyle eski, tarih kokan yerleri çok severim, sanırım en çok bundan etkilendim.

Meryem Ana için isimlendirilen bu yapı, Fransız gotik mimarisinin en eşsiz örneklerinden biridir. Gerçekten gerek dışarıdan gerek içeriden harika bir görüntüsü var bu mükemmel yapının. Detayları görünce gerçekten afallıyorsunuz, ihtişamı ise tek kelimeyle göz kamaştırıcı.

(19. yüzyılın başlarında katedral yıkılmak istenmiş. Fransız yazar Victor Hugo ise, ‘’Notre Dame’ın Kamburu’’ adlı romanını halkın ilgisini bu konuya çekmek için yazmış)

Le Musée du Louvre (Louvre Müzesi)

Gerek mimarisi, gerek barındırdığı eserlerle ‘’dünyanın en çok ziyaret edilen sanat müzesi’’ ünvanını sonuna kadar hak eden bir yer. Müzenin baya uzun soluklu bir tarihi var. İnşa ettirilmesi 13. yüzyıla kadar uzanıyor. Yaklaşık 200 sene sonra tamamlanıyor. Ama bundan da yaklaşık 300 sene sonra büyük bir yangın atlatıyor. En sonunda da 1932’de son şeklini alıyor.

Özellikle sanatseverlerin kesinlikle gidip görmesi gereken bu müzeye giriş ne yazık ki pek kolay değil. Yoğunluk nedeniyle ziyaret baya bir vaktinizi alıyor benden söylemesi. Ama sırf Mona Lisa için bile değer mi, bence değer.

La Tour Eiffel (Eyfel Kulesi)

Geldik en büyük sembole. Adını inşasını yapan kişi olan Gustave Eiffel’den alıyor. Fransız Devrimi’nin 100. yılı için inşa ettirilen kule, oldukça büyük bir yapı. İlk 2 katta restoranlar ve sergi var. Asansörler yardımıyla da diğer katlara çıkılıyor. Kuleden Paris manzarası gerçekten mükemmel.

Ha bir de şu var, Paris’i bazı açılardan İstanbul’a çok benzettim. Hangi açıdan derseniz, ülkelerinin en kalabalık ve en hareketli şehirleri. İki şehirde de görülecek çok şey var, kendinize katabileceğiniz bir sürü renk var. İki şehir için de şarkılar, şiirler var. En başta da dediğim gibi, Paris sokaklarında kaybolun. Çünkü kayboldukça keşfedeceksiniz, keşfettikçe özgürleşeceksiniz.

Au revoir!

Yazı ve Fotoğraflar : Elif Çolak

İletişim : m.elifcolak@gmail.com

Instagram : melifcolak