Venezuela-1: Amazonun gizlediği ‘Kayıp Dünya’ Roraima Dağı
2.810 metre yüksekliğiyle dünyanın en yüksek kuvars dağı Roraima’ya tırmanışımız inanılmaz bir maceraydı ve yaşattıklarıyla bizim için inanılmaz bir tecrübe oldu. Doğasına aşık olduğumuz Roraima’ya önümüze çıkan her engeli tek tek aşarak tırmandık, ulaştık. Çok zorlandık, çok yorulduk, belki de çok korktuk; ancak Roraima bunların hepsine değdi.
Roraima Kuvars Dağı
Sunduğu inanılmaz görsel şölenle bizi mest etti ve aynı zamanda bize doğanın ne demek olduğunu öğretti. İnsan doğadan uzaklaştıkça, doğallığını yitirmiş, yetilerini kaybetmiş bunu anladık. Biz uygar medeniyetin insanları bu dağı tırmanırken tüm markalı, pahalı hazırlıklarımıza rağmen perişan olurken, doğa insanı en basit haliyle, ayağında terliğiyle, ancak doğaya uyum sağlamanın verdiği güvenle tüm engelleri hiç zorlanmadan geçti. Bu geziyle ders kitaplarından çıkarttığımız doğayı yaşadık biz Roraima’da… Sıra geldi orada neler yaşadığımızı paylaşmaya…
Roraima Kuvars Dağı
“Yeşil Çöl” olarak adlandırılan Gran Sabana göz alabildiğince yeşilin her tonunu barındırmasına rağmen üzerinde hemen hemen hiçbir canlı yaşamıyor. Çünkü Gran Sabana bölgesindeki toprakta başka canlıların yaşamını sağlayacak hiçbir mineral yok. Bu nedenle insanı büyüleyen yeşil rengine rağmen burası bir çöl aslında.
Gran Sabana: Yeşil Çöl
Bu çölü özel kılan bir neden daha var: Gran Sabana’da yer alan Roraima Kuvars Dağı ve Roraima gibi diğer kuvars dağlar. Dünya’da çok az bölgede bulunan, oluşum şekli ve şu andaki görünümü itibariyle kuvars dağlar dünyadaki diğer dağlardan çok farklı. Bilim insanları kuvars dağların oluşumuna ait iki teori üzerinde duruyorlar. Bunlardan gerçeğe en yakın olanını, yani bulunan bulgularla en çok desteklenen teoriyi ben sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünya’nın ilk oluşumu zamanında bundan milyarlarca yıl önce tüm kıtalar bir bütün kara parçasıydı. Afrika Kıtası Amerika’dan koptuktan sonra Afrika Kıtasından Güney Amerika’ya doğru su kütleleri akmaya başladı. Meteorların çarpmasıyla Güney Amerika’da oluşan büyük çukurlar bu su kütlelerinin taşıdığı toprakla dolmaya başladı. Geçen milyon yıllar boyunca bu çukurlarda biriken toprak magmanın da etkisiyle taşlaştı. Bölgede oluşan erozyonlar bu çukurların etrafındaki daha yumuşak toprağı aşındırınca çukurları dolduran ve artık taşlaşmış olan yapı bölgede ayakta kalmayı başardı. Geçen milyon yıllar boyunca rüzgarın da aşındırmasıyla bu yapının zayıf kısımları aşındı ve aşağı doğru çöktü. Bunun sonucunda kuvars dağlar bugünkü şeklini aldı. Kuvars dağları Güney Amerika’daki birkaç ülke dışında, ki bunların arasında Venezuela var, Afrika’da bulmak mümkün. Ancak Afrika’daki kuvars dağlar oldukça alçak (100-200 metre yüksekliğinde). Roraima Kuvars Dağı ise dünyadaki en yüksek kuvars dağ olması nedeniyle (2.810 metre) daha bir özel ve biz 6 günlük bir yürüyüşle bu dağa tırmanmayı hedefliyoruz. Roraima aynı zamanda Brezilya ve Guyana sınırında. Yürüyüş sırasında Brezilya, Venezuela ve Guyana’nın oluşturduğu sınıra çok yaklaşmış olacağız.
Bilim insanları bu dağların oluşumunu teorilerle anlatadursun, gelin ben size yerlilerin inanışını anlatayım. Bundan yıllar yıllar önce Venezuela’da Kukenan ve Tek nehirlerinin kıyısında büyük bir kabile yaşarmış. Bu kabile dalları göklere kadar uzanan dev gibi bir ağacın etrafında hayatlarını sürdürürlermiş. Uzak diyarlardan bir genç bu ağacın göğe uzanan dallarını görmüş ve bu ağacın köklerini görebilmek için düşmüş yollara. Yağmur ormanlarını aşarak bu kabilenin yaşadığı bölgeye ulaşmış. Gel gör ki ağacın köklerini bulmak için buralara kadar gelen genç kabilenin şefinin kızına aşık olmuş. Ancak kabile şefi bu aşka onay vermemiş ve iki genci öldürmek için bu ağacın gövdesine bağlamış. İki genci yakmak için yakılan küçük ateş gençlerin ruhlarıyla büyümüş ve tüm ağacı sarmış. Kabile bu ateşi söndüremeyince tüm ağaç simsiyah olana kadar yanmış ve tüm meyveleri etrafa saçılmış. Bu yangın sonrası ağaç köke yakın bir yerden kırılınca gövdesi Canaima Bölgesi’ne düşmüş. İşte bu dev ağacın kalan kökü Roraima Kuvars Dağı, Canaima Bölgesi’ne düşen gövdesi de Auyan Kuvars Dağı. Etrafa saçılan meyveleri de diğer küçük kuvars dağları oluşturmuş. Roraima’nın yerlilerin dilindeki anlamı meyvelerin anası demek. Bu efsaneye inanan yerliler çok yakın zamana kadar insanların Roraima Dağı’na tırmanmasına izin vermiyorlarmış. Çünkü onlar için bu dağ kutsal. Bu dağı yerliler dışında bulup kitabında anlatan ilk kişi Walter Raleigh (1596). Bu dağa ilk tırmanan kişi ise bir İngiliz ve biz bu İngilizin yolunu takip edip zorlu bir rampadan Roraima Dağı’na tırmandık.
Çektiğim en güzel resimlerden biri…Roraima’ya tırmanış sırasında
Roraima Dağının karşısındaki kuvars dağının ismi ise Kukenan Dağı. Kukenan kirli su anlamına geliyor. Kukenan Nehri’nin suyunun kahverengi renginden geliyor bu isim. Bu nehrin yerlilerin dilindeki ismi farklı; anlamı ise İntihar. Savaşı kaybeden kabile şefleri savaş sonrası bu dağdan atlayarak intihar ediyorlarmış. Bu nedenle ismi intihar dağı olarak kalmış.
Kukenan Kuvars Dağı ve Kukenan Nehri
Yürüyüş öncesi ana kampa ulaştığımızda, Parai Tepui, bizi bu iki heybetli kuvars dağı karşıladı: Roraima ve Kukenan…
Kukenan (sol tarafta) ve Roraima Kuvars Dağı
Ana Kamp Yerimiz: Parai Tepui
Ana Kamp Yerimiz: Parai Tepui
Yürüyüşe başlayacağımız sabah saat 6 sularında uyandık ve tırmanış için hazırlıklara başladık. Uyanır uyanmaz pencereden bize göz kırpan Roraima Dağı tüm heybetiyle bizi bekliyordu. Ana kamp yerimizin hedefimizi görecek şekilde olması bizi psikolojik olarak bu yürüyüşe hazırlamış oldu aslında. Tüm gece ve yürüyüşe başlayacağımız sabah 6 günlük yürüyüş serüvenimizin geçeceği dağı seyrettik ve artık yürüyüşe hazırdık… Jetzt gehen wir los…
Sabah saat 8:40 sularında tüm ekip rehberimiz eşliğinde ve kamp eşyalarımızı taşıyan yerlilerle birlikte yürüyüşe başladık. İlk olarak bürokratik bir işlem yaptırmamız gerekiyordu. İsimlerimizle birlikte toplam kaç kişi bu yürüyüşü gerçekleştirdiğimiz oradaki resmi birime bildirilmeliydi. Tamamen güvenlik amaçlı bir işlem bu. Eğer yürüyüş sırasında her şey yolunda gitmez ve zamanında ana kamp yerine dönemezsek birileri bizi aramaya gelecek bu sayede.
İlk günkü program Roraima Dağı’na doğru düz sayılacak bir parkurda yaklaşık 6 saatlik bir yürüyüşü içeriyordu. Yürüyüşün ilk saatinde zorlandık diyebilirim. Yaklaşık 10-12 kilo gelen sırt çantaları ve etkili olan güneşle beraber parkurun ilk aşamasının yukarı doğru çıkış olması bizi tahmin ötesinde zorladı. Ekibin geri kalanı bizden yaşça büyük olmasına rağmen kondisyonlarının çok iyi olması yürüyüş tempomuzu yükseltti. Ne de olsa hepsi sürekli bu tür trekking tatilleri yapan Almanlar ve bu tür yürüyüşlere her türlü hazırlıklılar. Ancak 1 saat sonra biz de alışma sürecimizi atlattık ve tempoya ayak uydurduk. İlk mola yerimizde yani saat 11 sularında rehberimiz yolun neredeyse yarısını tamamladığımızı söyleyince Fatih ve ben tempoyu düşürmeye karar verdik ve doğanın tadını çıkartmaya başladık. Bunun normal bir şehir yürüyüşü olmadığını aksine 6 günlük serüvenimizde bizi zaman zaman zorlayacak parkurların olduğunu ilk gün yaşayarak öğrendik. Çok küçük bir çay üzerinden geçerken kaygan taşlar nedeniyle ayağım kaydı ve ayak bileklerimin üstüne kadar çamura battım! Bundan sonra artık tam olarak yürüyüşe konsantre olmuştum. Saat 12:00 sularında öğle yemeğini yiyeceğimiz alana ulaşmıştık. Öğle yemeği hazır olana kadar yakındaki Tek Nehri’nde ayaklarımızı suyun içine sokarak biraz rahatladık.
Tek Nehri kıyısında ben, Geralf ve Mark…
Kukenan manzarası ve ben…
Kukenan Manzarası ve Fatih…
Tek Nehri’ni geçebilmek için taşlarla kendimize yol yaptık…
Saat 13:30 sularında tekrar tüm ekip yürüyüşe başladık. Asıl şimdi zorlu bir parkur bizi bekliyordu. Akşam konaklayacağımız alana ulaşmak için iki nehir geçmemiz gerekiyordu. Nehirlerin zeminindeki taşların çok kaygan olması nedeniyle rehberimiz yalın ayak ya da çorapla nehir içinde ilerlememizi tavsiye etti. Böylece zemini daha iyi hissedebilir ve dengede durabilirdik. Ben Alex’in (rehberimiz) tavsiyesine uyarak çorapla nehirde ilerledim. Tek Nehri çok geniş olmadığı için burayı çabuk atlattık.
Nehri geçerken…
Nehir sonrası ben ve ıslak çoraplarım…
İlerlemeye devam ettikçe bizi çok şiddetli bir yağmurun beklediği anlaşılıyordu. Dağın etrafında kara bulutlar vardı ve anlaşılan ilerde yağmur yağıyordu. Ancak yaşanmadan hiçbir şeyi tam anlamak mümkün değil. İlk nehri geçtikten yaklaşık 30-35 dakika sonra bir anda çok şiddetli yağmura yakalandık. Rehberimiz ve ekipten 4 kişi bizim çok önümüzdeydi. Biz geriye kalan 4 kişi çok hızlı bir şekilde yağmurluklarımızı giyip ve elektronik eşyaları koruma altına aldıktan sonra ne yapacağımızı düşünmeye başladık. Ya geri dönüp yol üzerindeki küçük bir kiliseye sığınacaktık ya da yola devam edecektik. Biz yanlış olanı seçtik ve yola devam ettik. Artık iş işten geçmişti. İkinci nehre ulaşmak için yağmur sularından iyice kayganlaşmış dik bir yolu katetmemiz gerekiyordu. İşte o an nasıl bir serüvene kalkıştığımızı çok ciddi bir şekilde anladık. Kaygan zemin üzerinde deli gibi yağmur yağarken dik yokuşu inmeye başladık. Alex, rehberimiz, bize yardım için geri dönmüştü ve önümüzden ilerleyerek ayağımızı nereye basmamız konusunda bize yardımcı oldu. Ne de olsa o bu bölgeyi tanıyordu. Kukenan Nehri’ne ulaştığımızda yağmurluk dışında kalan her yerimiz sırılsıklam olmuştu. Nehre ulaştığımızda yapabileceğimiz başka bir şey olmadığından ayakkabılarımızla nehir üzerinde ilerlemeye başladık. Nehrin diğer tarafına geçtiğimizde artık ayakkabılarımız küçük bir havuza dönüşmüştü. Ekibin önde giden kısmı bu şiddetli yağmura yakalanmadan kamp alanına ulaşmıştı. Biz ise arkadan gelen 4 zavallı kamp alanına ulaştığımızda üzerimizdeki yağmurluğun altında kalan kısımlar dışında sırılsıklam olmuştuk. Çadırlar kurulup biz içlerine geçene kadar elimizden geldiğince tüm ıslak eşyalardan kurtulup ısınmaya çalıştık.
İlk gün şiddetli yağmurun sonrasında sıcak çay ve kahve ile rahatlamaya çalıştık. O an ve sonrasında çadırımızın içine geçip tatil notlarımı yazıp bir yandan da sakin sakin yağan yağmurun sesini dinlerken her şeye rağmen iyi ki dedim. İyi ki gelmişiz buralara. Yorgun bir şekilde çadırın içinde uzanmak ve doğanın sesini dinlemek, biraz kitap okumak… Ben bu duyguyu artık hiçbir şeye değişemem. Seneye yapacağımız trekking turu için ülke araştırmasına başladım bile 🙂
Kukenan Nehri’nde sabah temizliği
23.12.2012 Pazar: Roraima Dağına Tırmanış 2. Gün
İlk gece Kukenan Nehri’nin kıyısına kamp kurmuştuk. İkinci gün ise bu kamp alınından Roraima Dağı’nın eteklerinde olan diğer kamp alanına kadar yürümemiz hedefleniyordu. Öncelikle Kukenan Nehri’nin geçişiyle ilgili bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Kuru sezonda bu nehri aşmak daha kolayken, yaş sezonda (Nisan-Ekim arası) yükselen su seviyesi nedeniyle burayı geçmek oldukça tehlikeli. 2007 yılında bu nehri geçmeye çalışan bir yerli taşıyıcı boğularak ölmüş. Bu nehri hafife almamanızı tavsiye ederim.
Kukenan Nehri
İkinci gün katettiğimiz yol birinci gün gibi düz sayılabilecek türdendi. Ancak bölgede irili ufaklı birçok tepeceğin olması yolu sürekli hafif inişli-çıkışlı yapıyor. Roraima Dağı’na yaklaştıkça yoldaki kayaların sayısı artıyor. Ayrıca bir gün önce yağan yağmur yolu yine çamur içinde bırakmıştı. Ben yine dengemi kaybedip çamurun içine bu sefer tam anlamıyla düştüm 🙁
Bu yolu bizim için zorlu yapan en önemli neden sandaletlerimizle bu yolu yürümek zorunda oluşumuzdu. Trekking ayakkabılarımız bir gün önceden ıslandığından kurumaları için çantalarımızla asılıydılar. İkinci gün öğlene doğru yine yağmura yakalandık; ancak bir gün önceki kadar şiddetli değildi. Sabah 8:15 sularında başladığımız yolculuk yaklaşık 14:00’a doğru bitti. Yol bu kadar uzun değil aslında. Trekking ayakkabılarımızın olmayışı bizi zorladığı için yolu biz yavaş tempo yürüdük. Normalde 3-3,5 saatte alınabilir, ki dönüşte aynı yolu 3 saatte aldık.
2. gün kamp alanımız Roraima Dağı’nın eteklerindeydi ve buradan Roraima daha heybetli görünüyordu.
2. gün – Kamp Alanı
Roraima eşliğinde ben…
İlk defa burada başka gruplara denk geldik. Sırası gelmişken bahsetmekte yarar görüyorum. Roraima Dağı’na bizim gibi bir firmanın organizasyonuyla çıkabilirsiniz. O zaman tüm kamp eşyaları ve yiyecek-içecek organizasyonu onlar tarafından yapılıyor. Bu sayede siz sadece kendi eşyalarınızı taşıyorsunuz. Biraz paradan tasarruf edip kendiniz de çıkabilirsiniz. Ancak unutmayın yanında yerli rehber olmadan dağa çıkış kesinlikle yasak. Yerliden kastım Venezuelalı değil, oranın yerlisi. Bizim gruba da yürüyüşün başladığı gün bir yerli rehber katıldı. Yerli rehberi Parai Tepui’den ya da San Francisco de Yuruani’den bulabilirsiniz. Yolda dağa çıkartmak için turist arayan kişilere güvenmemekte yarar var. Dağda başınıza ne geleceğini bilemezsiniz. Dağa çıkanların kendi çöpünü tekrar geri getirmesi gerekiyor. Bunu da atlamayın lütfen. Son zamanlarda Roraima macera sever turistler arasında ünlenmiş durumda. Bu nedenle doğa da turistlerin çöpleri nedeniyle tehlike altında. Herkesin duyarlı olması ve çöplerini aşağıya taşıması gerekiyor. Roraima Dağı’nın en tepesini görmenin başka bir yolu da helikopterle yapılan bir gezinti. Tırmanmak istemeyenler ve bu dağı görmek için fazlaca para ayırabilecekler için güzel bir seçenek. Eğer hava güzelse helikopteriniz Roraima Dağı’na iniş yaparak sizin birkaç güzel fotoğraf çekmenizi sağlayabilir. Dediğim gibi bu oldukça pahalı bir seçenek. Ancak tırmanmak herkese göre olmayabilir.
Kamp Alanında biraz temizlik…
Kamp alanımızın manzarası gerçekten çok güzeldi. Ayrıca bu kamp alanının yakınından 2 küçük çay geçiyor. Birisi içme suyu ve yemekler için kullanılan suyun tedariği için kullanıyor. Diğerinde yıkanabilir ya da kıyafetlerinizi yıkayabilirsiniz. Ben çamura bulanmış pantolonumu yıkamak istediğim için düştük yine çamurlu yollara, bulduk suyu. Çok güzel bir yerdi. Nehir gizli bir bahçenin içinden akıp geçiyor gibiydi adeta.
24.12.2012 Pazartesi: Roraima Dağına Tırmanış 3. Gün
Günlerdir beklenen asıl tırmanış günü geldi çattı. Turun 3. gününde dağın dibindeki kamp yerimizden ayrılıp Roraima Dağı’na tırmanışa geçtik. Zor olacağına dair hiçbir şüphemiz yoktu. Ancak zorluk derecesini hayal edemiyorduk.
Bizi saran heyecan sabah uyumamıza izin vermeyince sabahın 5:00’inde kalktık. Kahvaltı sabah saat 7:00’de olduğu için oldukça çok zamanımız var diyerek 5:30’a kadar son günlerde yaşadığımız ilginç olaylar üzerine konuştuk. Bu tatil bizim hayal sınırlarımızın ötesinde çıkmıştı ve zorluk derecesi bizim sınırlarımızı zorlayacak düzeydeydi. İlk gün o şiddetli yağmura yakalanmamız bizim için tam bir şanssızlıktı. Sonrasında bir gün boyunca sandaletlerimizle o taşlı yollarda yürümek zorunda kalışımız bizi moralman yordu. Ancak doğada olmak böyle bir şey. İnsan hiçbir zaman tam olarak ne ile karşılaşacağını bilemiyor. Bu nedenle de Münih’te yaptığımız hazırlıklar bizi bir yere kadar koruyabildi. Gerisini doğada yaşayarak öğrendik. Gün geçtikçe ilk günkü korkularımdan pek eser kalmadığını da belirtmeliyim. Sürüngen korkusu, böcek korkusu, hijyen konusu kendiliğinden geçip gitti. Çünkü daha büyük bir korkuyla baş etmek durumundaydık. Tek derdimiz yürüyüş ve tırmanış sırasında ayağımızı sağlam basabilecek bir yer bulabilmek, kaymadan yol alabilmekti. Roraima’ya tırmanış bu nedenle bizim için çok önemliydi.
Sabah saat 7:45 sularında 8 kişi yürüyüşe başladık. Rehberimiz arkadan gelecekti.
Yürüyüşün ilk etabında ben vazgeçme noktasına geldim bile. Bir gün önce çamaşır yıkadığım nehri bugün geçmek zorundaydık. Burayı sorunsuz atlattık. İşte bu noktadan sonra asıl mücadele başladı. Sürekli yukarı tırmanmamız gerekiyordu. Bunun için de büyük taşların oluşturduğu yolda bu taşlara tutunarak, kimi zaman taşların üzerine doğru kendimizi çekerek ilerlemeye başladık. Ayağım kayar da düşerim diye düşünmekten ben bir ara taşlarda resmen asılı kaldım. Ayağımı koyacak hiçbir yer bulamadığımdan kıpırdamadan kaldım. Tamam dedim içinden buraya kadarmış, ben geri dönüyorum. Tabii ki pes etmedim ve tırmanmaya devam ettim. Bu arada çamurlu taşlardan üstümüz başımız, ayakkabılarımız ve fotoğraf makinesinin kabı dahil çamur içindeydi. Ben artık dediğim gibi temizliği çoktan kafamdan çıkartmıştım.
Kendimizi çok kısa bir süre sonra yağmur ormanının içinde bulunca artık yürüyüşümüz bambaşka bir hal aldı ve yaklaşık 4 saat bu şekilde devam etti. Aralarda arkamızda bıraktığımız vadi manzarasıyla tam bir görsel şölene dönüştü ve çok ama çok keyifliydi.
Roraima’nın duvarlarına ulaştık…
Yaklaşık 4 saat sonra Roraima’nın duvarlarının dibine gelmiştik.
Roraima’nın duvarlarının dibine geldiğimizde bizi çok zorlu bir parkur bekliyordu. Dağdan inen şelalenin altından karşı tarafa geçmeliydik. Ancak dediğim gibi yaşamadan o olayı hayal etmek imkansız. Daha şelaleye yaklaştığımızda yüksekten akan sular yağmur şeklinde bizi ıslatmaya başladı. Yağmur da başlayınca olayın rengi bir anda değişti. Biz ilk günkü yağmurdan tecrübeli kişiler olarak çantalarımızı sabahtan çok iyi koruma altına almıştık. Yağmurluğumuzu da giyince bize ne olabilirdi ki. Olanlar oldu tabii. Tam şelalenin ortasına güç bela kayan taşların üzerinden gelmiştik ki tepemize deli gibi su kütleleri yağmaya başladı. O an yapabilecek hiçbir şey yoktu. Su o kadar güçlü ki ayağa kalkıp yürümek imkansız. Mecburen olduğumuz yere çöktük ve üzerimize akan su kütlelerinin azalmasını bekledik. Sonradan Fatih bana niye O An o kadar çok bağırdığımı sordu. Açıkçası kendimden geçmişim ve sadece çığlık atmışım sürekli :)) Karşıya geçtiğimizde o zor bela kuruttuğumuz ayakkabılarımız yine bir küçük havuza dönüşmüştü. Yine sırılsıklamdık :)) O Anı hatırladıkça sinirlerim bozuluyor. Sanki biri kafamızdan aşağı kova kova su boşaltmıştı. İşte o şelalenin fotoğrafları…
Şelalenin altı
Dağın en tepesine ulaşmak için daha bir saatlik yolumuz vardı. Islak kıyafetlerle yol almak benim sinirlerimi iyice gerdi. Ancak sonra rehberimizin söylediği şey beni kendime getirdi. Sonuçta hayatımızda belki de sadece bir defa bu dağın en tepesinde olacaktık ve bunun için ıslanmamız da yorulmamız da normaldi. Muhteşem doğanın, manzaranın tadını çıkarmalıydık. O An kendime geldim ve her şeyi arkamda bırakıp tekrar fotoğraf çekmeye başladım.
Şelale sonrası ben…
Yukarı çıktığımızda artık yorgunluktan ayakta duramayan ben yürüyüşü omurilikten yönetmeye başladım ve sadece bana söylenen şuraya bas, şuraya tutun komutlarına uymaya başladım. Bir ara en azından ıslak tişörtlerimizi değiştirelim dedik ve biraz da olsa ısındık.
Kamp yerine ulaşmamız yaklaşık 1 saatimizi aldı. Muhteşem bir görsel şölen içinde Roraima Dağı’nın tepesinde yaklaşık 1 saat yürüdük ve artık kamp yerimize ulaşmıştık. Tabii ki alman arkadaşlar her zaman ki gibi bizden yaklaşık 1,5-2 saat önce kamp yerine ulaşmışlardı. İnsan değil makine bunlar… Ancak öğrendik ki onlar da şelaleyi geçerlerken bizim gibi ıslanmışlar. Bir arkadaşın uyku tulumu sırılsıklam olmuş. En kötüsü de bu olsa gerek. Dağın tepesinde hava sıcaklığı hissedilir derecede düştü ve gece de soğuk olacağı kesin. Uyku tulumu olmadan uyumak neredeyse imkansız.
Kamp yerimiz
Biz kampa ulaştığımızda öğlen yemeğimiz hazırdı ve çok acıktığımız için önce o muhteşem ton balıklı salataya atladık, sonra ıslak kıyafetlerimizden kurtulduk. Bu sefer şanslıydık ve yağmur yerine çok güzel bir güneş vardı. Bu sayede kıyafetlerimizi kuruttuk. Tek beklentimiz ayakkabılarımızın da bir an önce kurumasıydı.
Çadırımız…
Kamp alanımızdan birkaç manzara fotoğrafı…
Kampa ulaştıktan sonra ayrı bir heyecan insanı bekliyor oluyor: Yaş kıyafetleri kurutma, kalın bir şeyler giyip ısınmaya çalışma, karnını doyurma, çadıra yerleşme ve bir nehir bulup temizlenme. Bunların hepsini yaptıktan sonra akşam yemeğine kadar birazcık uyuyabilirsek şanslıyız. Bugün ıslak kıyafetler içinde yürüyüşü tamamlamak zorunda olduğumuz için benim biraz ateşim çıktı. Ben yanımıza aldığımız ilaçlardan bir tane alıp akşam saat 18:00’a kadar uyumayı tercih ederken, Fatih biraz manzaranın keyfini çıkardı.
Roraima’ya çıktığımız tarih 24 Aralık yani Hristiyan Alemi için kutsal bir gün. Bu nedenle akşam yemeğimiz çok güzeldi: Tavuk suyuna patatesli ve havuçlu çorba ve arkasından patates püresi ile bildiğimiz sucuk. Her geçen gün tadına kendi Türk mutfağımızdan alışkın olduğumuz yemekleri yedikçe, Kızılderililerin Türk olduğu iddiasına inanmaya bir adım daha yaklaşıyorum. Her gün annemin yaptığı, tanıdığım bildiğim yemekleri yedikçe yok artık diyorum, bu kadarı da olmaz. Venezuela’da şu ana kadar yemekle ilgili hiçbir sıkıntımız olmadı.
25.12.2012 Salı: Roraima Dağına Tırmanış 4. Gün
Sırt çantalarımızı çadırımızda bırakıp Roraima Dağı’nın üzerinde keşfe çıktık bugün. Kamp yerimizi değiştirmediğimiz ve sırt çantalarımızı kamp yerinde bıraktığımız için diğer günlere kıyasla rahat bir gündü. Sabah 6:30’a kadar güzel bir uyku çeken ben dinlenmiş olarak soğuk ve yağmurlu bir güne başladım. Bugünkü kahvaltımız diğer günlere göre farklıydı: Çay ve kahve eşliğinde kek ve krosant… Önemli olan insanın ne yediği değil aslında, çayını muhteşem bir manzaraya karşı yudumlayabilmesidir… Bu görsel şölenin beynime kazınmasını istercesine uzun uzun seyrettim doğayı.
Kahvaltı zamanı…
Sabah 8:00 sularında Roraima Dağını keşfe hazırdık. Roraima Dağı’nın tepesi 34,38 km2. Aslında oldukça küçük bir alan. Örneğin Auyan Tepui’nin yukarısının alanı 700 km2. Ancak buradaki mikro iklim kendine has bitki ve hayvan türlerinin oluşmasını sağlamış. Burada bulunan bazı bitkiler dünyanın başka hiçbir yerinde yok. Mesela dünyanın en küçük kurbağası burada:
Dağın tepesine çöken bulut ve ince ince yağan yağmur nedeniyle görüş alanımız iyice azalmıştı ancak havanın bu şekilde olması geziye ayrı bir gizem kattı diyebilirim. Roraima Dağı’nın her bir köşesi ayrı bir görsel şölen ve bizim amacımız tüm gün boyunca bu alandaki doğanın kendi eliyle yaratığı birbirinden farklı mucizeleri keşfetmekti.
İlk durağımız Kristal Mağarası. Roraima Dağı’nın üzerinde irili ufaklı 25.000 km uzunluğunda mağara bulunduğu tahmin ediliyor ve biz bunlardan ilk olarak Kristal Mağarası’na gittik. İlk defa bir mağara içinde bu kadar çok ilerledim. Mağaranın içindeki kum taşlarını, tavanda gömülü altın ve gümüş madenlerini, içinde canlı organizma bulunan taşları keşfettik. İlginç bir deneyimdi bizim için.
İkinci durağımız yine bir mağara. İsmi Fettschwalmvogel Mağarası (Bu Almanca bir kelime, orada yaşayan kuşların ismi.) Bu mağara çok alçak olduğu için çok fazla ilerleyemedik. İçinde yaşayan ve mağaraya ismini veren kuşların ortaya çıkması için gruptakiler oldukça gürültü yaptı ancak tüm çabalar boşunaydı. Kuşları göremedik.
Öğle yemeğimiz için tekrar kampa döndük ve ton balıklı makarnalarımızı yedikten sonra düştük yine yollara. Öğleden sonraki ilk durağımız Kristal Vadisi. Buradaki taşların nasıl oluştuğuna dair net bir bilgi olmasa da bilim insanları magmanın etkisiyle bu taşların oluştuğu görüşündeymişler. Rehberimizin aynı zamanda biyolog olması bizim bu tur sırasında çok farklı bilgiler edinmemizi sağladı. Her taşı, her çiçeği anlattı bize. Bu bilgiyi de kendisinden öğrendik. Ancak bu vadideki taşlar nasıl oluşmuş olurlarsa olsunlar sundukları görsel şölenin gerçekliğinde hepimiz hem fikiriz. Unutmadan buradan taş almak kesinlikle yasak. Her şey ait olduğu yerde kalmalı.
Taş Çölü olarak adlandırdığım Roraima’nın tepesi ayrıca bana Kamboçya’daki Angkor Wat’ı hatırlattı. Tek farkı buradakiler doğanın kendi eliyle yaptığı eserler…
Kristal Vadi sonrası rehberimizin sürekli olarak “Jakuzi” olarak adlandırdığı alana gittik. Aslında ilk çıkış noktamız jakuzi denilen bu yerde yüzüp rahatlamaktı. Ancak sürekli yağan yağmur buna imkan vermedi. Sadece seyretmek ve fotoğraf çekmekle yetindik bu muhteşem yerde.
Aslında Roraima üzerinde keşfedilecek daha çok yer vardı, ancak hava şartları buna izin vermedi. Uçurumun kenarına gittiğimizde muhteşem Gran Sabana manzarası bulabilmek isterdik. Ancak sadece beyaz bir sisti göre bildiğimiz. Bu nedenle Roraima’nın en yüksek noktası olan Maverik ve büyük pencere olarak adlandırılan başka bir uçurumu görmekten vazgeçtik ve kampa yöneldik. Kampa geri dönerken sırılsıklam olduğumuzu söylememe gerek yok sanırım. Birazcık güneş görebilmek için hepimiz dua etsek de sadece 2-3 dakika güneş yüzünü gösterdi. Bugün en azından günün kalan kısmını çadırda geçirdiğimizden yağmurdan bir önceki gün kadar etkilenmedik.
Kampa geri döndüğümüzde bulduğumuz çay ve kahve bizi ısıtmaya yetti. Akşam yemeğine kadar da çadırımızın içinde dağdan inişimiz için stratejiler kurduk. Çünkü ertesi gün bizi çok zorlu bir parkur bekliyordu. Özellikle şelaleyi ıslanmadan nasıl geçeriz konusu bizi çok düşündürüyordu. Fatih’in bu konuda müthiş fikirleri olmadı değil :)) Acaba mayoyla mı geçsek şelaleyi diye bir fikir bile attı ortaya :)) Ki kendisi zaten bu fikri uyguladı. Ben kaygan taşlarla oluşan riski birazcık azaltabilmek için sırt çantamı bizim grupla yukarı çıkan Venezuelalılardan birine vermeye karar verdim. Onun taşıdığı erzakları tükettiğimiz için kendisinin taşıyacağı birşey kalmamamıştı. Kendisi 150 Bolivar karşılığında benim sırt çantamı taşıdı. En azından bu sayede dengemi daha rahat sağlayabildim.
Akşam yemeğimizi buz gibi havada yedikten sonra 19:00 gibi çadırlarımıza çekildik. İçtiğimiz çorba ve sonrasında yediğimiz etli pilav hem içimizi ısıttı hem de ertesi gün için gerekli enerjiyi verdi.
Aslında 4. gün için seyahat firması Diamir’in daha farklı bir planı vardı bizim için. Orijinal, yani bize ilk gönderilen plana göre, tüm gün Roraima üzerinde 3 ülkenin birleştiği noktaya doğru yürüyecektik. 3 ülke olan, Venezuela, Brezilya ve Guyana’nın kesişim noktasını görmektense biz rehberimizin önerisi üzerine mağaraları ve diğer ilginç bölgeleri gezmeyi tercih ettik. Rehberimiz biolog olduğu ve bu bölgeyi çok iyi tanıdığı, bildiği için biz onun önerilerini dikkate aldık. İyi ki de öyle yapmışız…
26.12.2012 Çarşamba Roraima Dağı’ndan iniş 5. Gün
Roraima Dağından iniş oldukça kötü bir havada başladı.
Sabah temizliği için yağmur sularından yararlandık…
Ancak aşağı doğru indikçe bulutlar kayboldu ve güneşi bulduk. 5 gün Tek Nehri’ne kadar yürümemiz gerekiyordu. Yani 2. ve 3. Gün yürüdüğümüz yolu bir günde almamız gerekiyordu. Şelale ve sonrasında iki nehir geçmemiz gerekiyordu. Tüm yorgunluğumuza rağmen çok keyifli bir gün oldu. İşte o güne ait birkaç kare…
ve Gran Sabana göründü…
Fatih ve rehberimiz Alex…
Yolda karşılaştığımız bir grup…
Kukenan Nehri’ni sorunsuz geçtik…
ve Tek Nehri kıyısında biraz temizlik… Ancak öncesinde nehirde yüzerek güneşin tadını çıkarttık…
27.12.2012 Perşembe:
Roraima Dağı’ndan İniş 6. Gün
Eveeet 6 günlük trekking yolculuğumuzun son gününe geldik. Son gün Tek Nehri’nin kıyısındaki kamp yerinden ayrılıp ana kamp yerine, Parai Tepui’ye doğru yürüyerek 6 günlük maceramızı tamamladık.
Dağdan indikten sonra artık tamamdır diye sevinirken aslında son günde de bizi uzun ve yorucu bir yürüyüşün beklediğini tamamen atlamışız. Ayrıca 5. gün Roraima Dağını inerken bacak kaslarımızın ne kadar çok zorlandığını son gün yaşayarak anladık. Çok küçük bir iniş çıkış bile kaslarımızı çok fazla yoruyordu. Son günün en zorlayıcı kısmı havanın inanılmaz sıcak olması ve buna karşılık yol üzerinde hemen hemen hiç gölge alan bulunmaması. Bu sebeple son gün sabah saat 5:30’da yürüyüşe başlayalım diye fikir sunanlar bile oldu. Ancak sabahın o saatinde uyansak bile yürüyüşe başlayacak enerjimiz olmayacağından sabah saat 7:00’de yürüyüşe başlamaya karar verdik.
Sabah uyku tulumlarımızı ve eşyalarımızı toplarken tatil süresince bir daha çadırda kalmayacak oluşumuz hem sevince hem de hüzne sebep oldu diyebilirim. Artık uygar dünyaya geri dönüyorduk ve mesela banyo yapabilecektik ya da yatakta uyuyacaktık. Ancak bunlara karşılık doğanın içinde olmak, doğada uyumak, doğada uyanmak ayrı bir güzel ve biz bundan mahrum kalacaktık artık. Ben tüm zorluklarına rağmen kamp hayatını çok sevdim. Üzüldüğümü gören Fatih, bu kadar üzülme istersen evin içine çadır kurarsın diyerek benimle epey eğlendi :))
Sabah krep ve sahanda yumurtadan oluşan kahvaltımızı yaptıktan sonra saat 7:15 sularında yola çıkmaya hazırdık.
Çok keyifli başlayan yolculuğumuzun ilk yarısı yine çok keyifli devam etti. Ancak ikinci yarısında etkili olan güneş ve yorulan kaslar nedeniyle zorlanmaya başlamıştık. Bunda artık bitişe varmak istemenin sabırsızlığının da payı vardı diyebilirim. Her çıkılıp inilen tepenin arkasında ana kamp yerini göremedikçe sabırsızlığımız iyice arttı.
Beklenen An’a saat 11:45 sularında ulaştık. 6 günlük trekking turumuz artık bitmişti. Yupppiiiii!!!! Başardık!!!
Bir süre oturup 6 günlük maceramızın ana sebebi olan ve üzerinde 2 gün geçirdiğimiz Roraima Dağını seyrettik. “Biz o dağın üzerine çıktık!” diyebilmek inanılmaz bir duygu. Doğa bu 6 günlük turumuz sırasında bize çok şey öğretmişti ve bu deneyimlerle sanki bambaşka insanlar olarak geri dönmüştük.
Saat 13:00 sularında yola devam etmek için artık tüm ekip hazırdık. Sırtımızda günlerdir taşıdığımız çantaları arabaların üzerine yerleştirdiler ve biz kuş gibi hafiftik artık :))
Roraima Kuvars Dağı dünyada gizemini hala koruyor. Bu bölgeyi çok güzel fotoğraflarla anlatan Milliyet Haber’e ait bir linki ayrıca paylaşmak istiyorum:
Amazonun gizlediği Kayıp Dünya Roraima
Dünyanın en gizemli yerlerinden biri miydi gerçekten Roraima? Kesinlikle EVET…
Gökçe Demirci
İletişim Bilgileri:
Instagram: Offtheroadonthetrack https://
Web Site: http://offtheroadonthetrack.com/