ZİRVEDE SAKLANAN TARİH MACHU PİCCHU

 
Machu Picchu, 2360 metre yükseklikte Urubamba vadisi üzerinde And Dağları’nda kurulmuş bir Inka antik şehridir. Peru denildiğinde akla gelen, dünyanın yedi harikasından biri olan bu eşsiz bölgenin gerçek adı bilinmese de 1911’de keşfedildiğinde yakınlarında bulunan dağdan bugün bilinen adını almış. Machu Picchu, Quechua dilinde eski dağ, eski zirve anlamına gelmektedir. Karşısında bulunan diğer dağın adı da Wayna Picchu’dur, o da genç dağ, genç zirve anlamına geliyor.
 
Wayna Picchu’nun zirvesine tırmanmak mümkün. Ancak dik merdivenleri çıkmak biraz kondisyon işi. Yer yer çelik halatlarla güvenliğin sağlandığı bu patikanın sonunda zirveden Machu Picchu’yu izlemenin keyfi başka olmalı. 1450 yılında inşa edilen bu antik şehre İspanyol istilacıları ulaşamadığından ötürü zarar görmeden, tamamen orijinal Inka İmparatorluğu’nun temsili açısından önemi büyük. Günümüzde öne sürülen birçok görüşten en kabul göreni bu şehirde din adamları ve asillerin yaşamış olduğudur.
 
 
42 km’lik parkur boyunca çıkılan en yüksek nokta 4200 metre irtifaya sahip. Yürüyüş, “Güneş Kapısı (Intipunku)” adı verilen merdivenli yapı ile sonlanıyor. Buraya, güneşin doğduğu nokta olduğu için bu isim verilmiş. Yürüyüş parkuruna günlük 500 kişinin girmesine izin verildiği için önceden kayıt yaptırmak gerekiyor. Ayrıca Şubat ayında parkur bakı için kapatılıyor. Bizim Peru’da bulunduğumuz zaman bu döneme denk geldiği için Aguas Calientes’ten gelmeyi tercih ettik. Machu Picchu’ya ayırdığımız günden önce 3 gün Santa Teresa’da kaldık. Bu küçük kasaba 4 günlük yürüyüşü tercih etmeyen gezginler için Machu Picchu’ya ulaşımın başka bir alternatifi.
 
 
 
Urubamba Nehri boyunca yaklaşık 20 dakikalık bir araba yolculuğu sonunda hidroelektrik santrali istasyonundan Aguas Calientes’e gelmek üzere trene binebilirsiniz. Tavanı da camlarla kaplı bu trenle manzaranın tadını çıkararak Machu Picchu’nun eteklerine ulaşabilirsiniz. Trende ilginç bir uygulama var, turistlerin ve yerel halkın vagonları ayrı. Bu sebeple rehberimizle ayrı seyahat etmek durumunda kaldık.
 
 
Aguas Calientes’e vardıktan sonra 20 dakikalık kısa bir otobüs yolculuğu ile dağın yamaçlarını tırmanarak Machu Picchu’nun girişine çıkılıyor. Şehir dağ yamacına kurulduğu için 200’den fazla merdiven sistemi ile birbirine bağlı yapı topluluklarından oluşuyor. Merdivenlerin kenarlarında temiz suyun geçeceği kanallar oluşturulmuş ancak yerli halk bu suyu halen içebilse de yerel tur rehberimiz bünyemizin o toprakların mikro organizmalarına karşı savunmasız olabileceğini söyleyerek içmemizi engelledi. 
 
Yapıları oluşturan duvarlar taşlarla örülmüş ve bu taşların ne derece simetrik kesildiğinden o yapıda kalan kişinin makamı anlaşılıyor. Eğer bilim adamı, yönetimde görev alan üst düzey birinin eviyse sanki taşlar makina ile kesilmişçesine ölçülü oluyor. O zamanın imkanları göz önünde bulundurulduğunda gerçekten de hayret verici bir işçilik.Tapınakların ve tarımsal alanların bulunduğu bölümler ayrılmış. Kısıtlı düzlük alan sebebiyle basamaklar şeklinde tasarlanmış teraslar tarım alanları olarak kullanılmış. Güneş tapınağı (Inti Watana) ve üç pencereli oda tarım bölümünden ayrı olarak üst kısımda bulunuyor. Inti Watana, yerel dilde güneşi bağlamak anlamına geliyor, inanışa göre tapınaktaki bu taşla güneşi yıl boyunca rotasında tutuyorlarmış.
 
 
Machu Picchu’ya “Inca Trail” adı verilen Güney Amerika’nın en meşhur yürüyüş rotasını takip ederek gelebilirsiniz. Aslında rota farklı uzunluklardaki parkurlardan oluşuyor ancak turistler tarafından en çok tercih edileni  4 gün süren klasik rota.
Santa Teresa’da günlerimizi dolu dolu geçirdik. Konaklama için tercih ettiğimiz Eco Quechua Lodge’un sahibi Juan Carlos aynı zamanda hem çok başarılı bir aşçı hem de iyi bir dağcı. 10 parmağında 10 marifet olan bu adamın mekanı da diğer otellerden çok farklı. Tamamen doğanın tadını çıkarabileceğiniz şekilde 3 tarafı kapalı, bir tarafı duvarsız, penceresiz, nehre bakan odalarda kuş sesleriyle uyanmak bizi bizden aldı. Senenin tüm yorgunluğunu nehrin akışına bıraktık.
 
 
Günlerimizi doğa yürüyüşleriyle, canopy yaparak ve dinlenerek geçirdik. Canopy, adrenalin dolu bir aktivite, iki dağın yamacını birleştiren halat üzerinde belinizdeki kemerle asılarak uçmayı gerektiriyor.  5 ayrı halat boyunca bir tepeden diğerine uçarak kendimizi kısa süreliğine Peru’nun büyük kanatlı, heybetli şahinleri gibi hissettik. Eğer benim gibi bu tip aktivitelerden biraz ürken biriyseniz, görevli arkadaşlar sizinle birlikte uçarak kendinizi biraz daha güvende hissetmenizde yardımcı oluyorlar.
 
 
 
Santa Teresa’ya kadar gelmişken en bilinen Inka patikalarından biri olan Llactapata’yı yürümeden dönmek olmazdı. Bu patika 4 günlük Inka rotasının da bir kısmını oluşturuyor. Yol boyunca kahve bahçeleri dikkatimizi çekti. Yanından yürüdüğümüz evlerden birinde eski zamanlarda kullanılan kahve ayıklama makinasını da incelemeden geçemedik. Patika yükseldikçe manzaramız güzelleşti, Urubamba nehrinin kıvrımlarını tepeden izledik.
 
Nehir yatağı boyunca kurulan köyler aslında hep doğal afete açık. Yakın zamanda da nehir taşarak bütün köyü sular altına almış. Fakat Peru insanı çok güçlü ve çalışkan. Bitmeyen bir sabırla yaralarını hızla sarmayı başarmışlar ancak verimli topraklar yine nehir kenarında olduğu için tehlikeye rağmen burada yaşamaya devam ediyorlar.
 
 
Zirveye doğru yaklaştığımızda tarihi duvar kalıntılarına ulaştık ve tam o sırada yağmura yakalandık. Yağmur sayesinde yükünü bırakan bulutlar yükseldi ve sanki sahnenin perdesini açar gibi Machu Picchu’yu bize karşıdan izleme imkanını sundu. Doğanın bu cömertliği sayesinde öğlen yemeğimizi yüzyıllar önce bu taş evlerde insanların nasıl yaşadığını düşünerek sessizce yedik.
 
 

 

Peru için, Türk vatandaşları 180 gün içinde 90 günü aşmamak kaydıyla vizeden muaf. Ülkede  İspanyolca ve Quechua  yerel dili konuşuluyor ancak turistik bölgelerde İngilizce ile anlaşmak mümkün.  Yolunuz bu ülkeye düşerse Lima ve Cuzco’yu da gezmenizi öneriyoruz.
 
Yazı: İlkay Yuvaktaş
Fotoğraflar: Engin Yuvaktaş
İletişim: ilkayyuvaktas@gmail.com

beykoz evden eve nakliyat

Anasayfa