BRÜKSEL

Belçika’nın başkenti olan Brüksel’deyiz. Brüksel’i gezmek çok planladığım bir şey değildi, bu sebeple gitmeden önce çok araştırma yapamadım. Ancak şehir merkezinden alacağım bir haritanın iyi bir rehber olabileceğinden emindim. Planlayarak gitmek belki daha faydalı olabilir ancak gezerek keşfetmek de ayrı bir keyifli. Kabul ediyorum, iki katı yoruluyorsunuz ama bence bu tatlı bir yorgunluk. Zaten yeni yerler keşfetmenin heyecanı size gereken enerjiyi veriyor.
 
 
Haritamızın rehberliğinde akıllı telefonlarımızdan uzak gezimize başlıyoruz. Daha şehre adımımı atar atmaz canlılığı ve tarihi yapısı beni etkiledi. Brüksel meydan (Grand Place) anlatılmayacak kadar güzel bir yer. Baktığınız her köşe buram buram tarih kokuyor ve insanda ister istemez bir merak uyandırıyor. Şahsen ben bakmalara doyamadım. Biraz araştırdığımda meydandaki yapıların üç farklı mimari kullanılarak yapıldığını öğrendim. Bunlar Barok, Gotik ve Louis XIV mimari tarzları ve rahatlıkla söyleyebilirim ki farklı tarzlar olmalarına rağmen uyumları eşsiz.
 

 

 
Saat fark etmiyor Brüksel meydan her zaman dolu. Oldukça fazla turist var hemen hemen her köşede hikaye anlatan bir turist rehberine rastlayabilirsiniz.
 
Meydana çıkan tüm sokaklar oldukça canlı ve meydandan biraz ileride ülkenin sembolü haline gelen işeyen çocuk heykeli (Manneken Pis)var. Her köşede taklitlerine ve magnetlerine rastlayabileceğiniz işeyen çocuk heykeli, şaşırtıcı derecede küçük. Bir de oradaki turist rehberimizin bizlere anlattığına göre küçük heykelimizin kıyafetleri ayda birkaç kez değiştiriliyormuş üstelik şehir müzesinde Elvis’ten Mandela’ya kadar uzanan zengin bir kreasyonu varmış.
 

 

 
Sokakları gezerken çikolata, waffle ve bisküvi dükkanlarının ilginizi çekmemesi imkansız. Çikolata konusunda Neuhaus, Leonidas, Godiva, Wittamer, Marcolini ve Cote D’or markaları oldukça meşhur ve fiyatları da kendilerine yakışacak ölçütte. Bazı çikolata dükkanları tadım konusunda oldukça bonkör, kendileri ikramda bulunuyorlar. Benden tavsiye sakın geri çevirmeyin tattığım her çikolata çok güzeldi. Waffle’a gelecek olursak, Mokafe önerilen yerlerden. Ama zaten adım başı waffle satan bir çok dükkan olduğu için bu konuda fazla kafa yormaya gerek yok.
 

 

 

 
Bir de merkeze yakın olarak Delirium adlı mekandan bahsetmek istiyorum. Belçika’da yaşayan bir arkadaşımızın tavsiyesiyle geldik. Zaten çok ünlüymüş. Hatta 2004 bira çeşidiyle Guiness rekorlar kitabında yerini almış. Dört katlı bir yer ve her kattaki biralar farklı. Çeşit bol olunca seçmek inanılmaz zor. İnsanlar inanılmaz sıcakkanlı ve eğer tavsiye isterseniz eminim ki size yardımcı olacaktırlar.
 
Bir turist klasiğini yerine getirmek istiyorsanız bizim gibi şehir merkezine 20 dakikalık uzaklıktaki Atomium’u ziyaret edebilirsiniz. Burası Brüksel’in Eiffel kulesi olarak anılmakta. Dokuz küreden ve küreleri birbirine bağlayan on iki borudan oluşan bu yapı demirin kristal kafes yapısının 165 milyon kez büyütülmesinden esinlenerek yapılmış.
 
 
Bir de Mini Europe var. İstanbul’daki Miniatürk gibi bir yer. Avrupa’daki bütün şehirlerin simgelerini burada görebilirsiniz.
 

 

 

 
Çoğu insan Brüksel’i sıkıcı bulmuş ve bence bunun sebebi gezdikleri başka yerlerle kıyaslıyor olmaları. Bana kalırsa her şehrin kendine özgü bir dokusu var. Ben iki günlük kısa gezimizden oldukça keyif aldım ve Brüksel’in gidilip görülmesi gereken bir yer olduğunu düşünüyorum.
Yazı ve Fotoğraflar: Gonca Kaya
İletişim: gkaya92@gmail.com