“ÇADIRINI, YÜREĞİNİ VE CESARETİNİ KAP GEL”

Çanakkale Çevre Platformu‘nun organize ettiği, Çanakkale Belediyesi’nin destek verdiği 2. Kaz Dağları Buluşması 8-9-10 Mayıs 2015 tarihlerinde, Çanakkale‘nin Bayramiç ilçesine bağlı Ayazma mesire alanında ve Evciler Köyü’nde gerçekleşti. 


Duyduğumuza göre Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanından gelen yaşam savunucularının ve bizim gibi amatör gönüllülerin Kazdağları’nda  “Altın madenciliğine, doğa talanına hayır” mesajı vermek ve köylere destek olmak için oradaydı. Buluşmanın sloganı ‘’Çadırını, yüreğini ve cesaretini kap gel’’di. 


Bir yerlerde duydum yolculuk para işi değil, cesaret işidir diye. Gitmek değiştiriyormuş insanı. Biz bu etkinliğe katılmak için Cuma günü sabah saat  7’de İzmir  Karşıyaka Girne girişinde buluştuk ve  iki araba ile  yola çıktık. Haa biz kim miyiz? Birbirini tanımayan ama gezmeyi seven kişileriz. İçimizde sırt çantalı iki gezgin (gezgin diyorum çünkü gezgin ismine yakışır,sırt çantasıyla dünyayı gezen ve bunu  hayat felsefesi haline getirmiş) Deniz ve Tuğçe var.  Biz Deniz Dağasan’ın Facebook takipçileriyiz. Kendisi uzun bir seyahatten döndükten sonra düzenlediği tanışma toplantısından itibaren iletişimi koparmayan kişileriz. Hepimiz İzmirliyiz. Bu kamp da o toplantıda kararlaştırılan bir gezi.

Öğle saatlerinde  Altınoluk  Çınaraltı Cemal Usta’nın yerinde çay, kahve, dut şerbeti  molası verdik. Burası tepede bir yer, havası ise tertemiz. Dinlendikten sonra tekrar yola koyulduk.  Bayramiç’e vardığımızda ise marketten içeceklerimiz aldık. Saat 14:00 gibi kamp alanımıza vardık. Kaz dağlarında internet yok, elektrik yok, telefonlar çekmiyor. Yani tamamen doğayla baş başayız.  Seçtiğimiz yerde bir gün önceden gelen kişiler vardı. Sonrasında ise yüzlerce çadır oldu. 


Söylediklerine göre Perşembe akşamı yağmur yağmış.  Gök gürültüsü ve şimşek ise tedirgin etmiş komşularımızı. Tanışmanın ardından bizde hemen çadırlarımızı kurmaya başladık, yardımlaşma ise görülmeye değerdi. İşimiz bitince biz de teşekkür olarak yiyeceklerimizden ikramlarda bulunduk. Yine kısa bir sohbetten sonra kamp alanını keşfe çıktık. Kaz Dağları’nın asıl sahipleri ulu ağaçlar, şelaleler, şırıl şırıl dağdan akan sular, kuş sesleri, çiçekler, böcekler ile de tanıştık. Bize bol oksijen ve soğuk sularından ikram ettiler. Hııımmm nefisti. Bol bol resimlerini çektik.


Akşam kamp alanının ortasında büyük bir ateş yakıldı. Evden getirdiğimiz yemekleri yedikten sonra bu ateşin etrafında toplandık. Gitar çalanlar, şarkılar, türküler sabaha kadar sohbetler ile devam edildi.  Sessiz ortamda uyumaya alışıksanız uyuyamama  ihtimaliniz var. Ben hem soğuktan (uyku tulumunu kullanmayı beceremedim) hem sesten,  hem de yastık alışkanlığımdan dolayı uyuyamadım tabii. Benim ilk kamp ve çadır tecrübemdi. Bir daha ki sefere tecrübeli olacağım için kesinlikle sorun yaşamam. Ama sabah kuş ve su sesleri ile uyanmak ise uykusuzluğumu bile unutturdu.


Sabah erken kalkıp köylülerin getirdiği kendi ürünlerinden hazırladıkları kahvaltılıklardan satın alıp kendi getirdiklerimizle birleştirerek bir güzel karnımızı doyurduk. Kahvaltı sonrası Evciler Köyü’ne yürüyerek bir gidip gelelim dedik. Biz mesafeyi az gibi düşündük ama 10 km. yürümüşüz (3 saatten fazla),  yürürken doğanın muhteşemliğine ve polenlerin dansına şahit olduk. Sanki ağaçlardan duman çıkar gibiydi. Bu mevsim polenlerin döllenme mevsimiymiş. köylüler çok faydalı olduğunu söyledi.  polen alerjisi olmama rağmen herhangi bir  problem yaşamadım.  Yolda ayrıca akan sulara ayaklarımızı soktuk. Sanki o soğuk su yorgun ayaklarımızı dinlendirdi. Yine bol bol resimler çekerek yolumuza devam ettik…


Köye vardığımızda köy halkının misafirperverliği bizi duygulandırdı. Güler yüzü ile hatırımızı sormaları Büyükşehirde unutulan bir değeri hatırlattı. Şehirlerde samimiyetsiz bir günaydın veya gülümseme buralarda çok içten ve çok samimiydi. Çok acıkmıştık, yorgunduk. Köyün tek lokantasında karnımızı doyurduk. Lokantanın sahibinin gelini olan ve yemekleri yapan Çiğdem ise güler yüzü ve samimiyeti ile de ruhumuzu doyurdu. Kamp alanına dönelim dedik ama yürüyecek halimiz yoktu. Minibüs, kamyonet kasası, traktör kasası ne araç varsa ücretini ödeyerek dönelim istedik. Grubumuzda Yeşim’in arkadaşı Müfüt Bey’e iş düştü. Bir araç ayarlamış ve ne deseler beğenirsiniz iki bira alın sizi götürelim .  Araç geldi kasasına yerleştik. Bir baktık ki bir kasa dolusu elma. Bizim için koymuşlar giderken yiyelim diye. Yedik kalanı da komşularımıza götürdük. İşte böyle bir köy burası. 
Evciler Köyü’nden bahsedeyim;

Evciler köyünün kadınları altın arama madenlerine direnen bir köy. 72  yaşındaki bir  teyzenin öncülüğünde önce civar köydekilerle sonra evciler köyündekilerle direnişe gidilmiş  ve mahkeme kararıyla durdurulmuş.  Mahkeme kararına karşı yine de gece sondaj çalışması devam etmiş. Fakat bu sondaj çalışmalarını yine bu güçlü kadınlar durdurmuş. Her yıl geleneksel olarak yapılması planlanan bu etkinliği Köyün muhtarı engellemeye çalışmış. Aynı dizi filmlerdeki gibi sermayeden yana olup köylülere karşı çıkmış. Sonuçta Anadolu kadını güçlüdür, yüreklidir.  Söylendiğine göre “Muhtar bile köyün kadınlarından korkmuş, onay olmasa da köyün kadınları yaptırır bu buluşmayı”. Ve öyle de oluyor.  Ben hep düşünürüm dünyayı kadınlar yönetse nasıl olur diye. Bence savaş da olmaz, yaşam da adil olur.


Akşam üzeri kamp alanına vardık. Yemeğimizi yine paylaşarak yedik. Bu sefer büyük ateşin oraya gitmedik. Komşumuz olan Muhammed, Ömer, Sinan, kız arkadaşı ve isimlerini unuttuğum diğerleri hepsi üniversite öğrencisi. Muhammet bize küçük bir ateş yaktı üzerinde önce çay, sonra kahve yaptı sohbet ise keyifliydi. Gecenin sonunda telefonlarımızı ve mail adreslerimizi aldık. Bir sonraki kamp için tekrar görüşmek üzere diyerek vedalaştık. Sabah onlar daha uyanmamıştı biz oradan ayrıldık. Çünkü kalabalığa kalmak istemedik. Çöplerimizi toplamayı unutmadık tabii ki.

Dönüşte Küçükkuyu’da sahilde bir yerde papalina yedik. Kahve ve çaylarımızı da Altınoluk’ta sahildeki bir kafede içtik. Her iki yer de Kaz dağlarının eteklerinde bulunan Turistik küçük sahil kasabası. Bol oksijeni ile dünyada birinci. İzmir’e vardığımızda akşam olmuştu. Tekrar başka bir etkinlikte buluşmak dileğiyle vedalaştık. 


Seneye 3.sü olacak etkinlikte “Bizde oradaydık” diyebilmeniz için denemelisiniz derim. Kaz Dağları’nda doğayı, ağaçları, su kaynaklarını korumak için bir savaş var. Daha fazla katılım ile destek olabilirsiniz, hem de kamp yaparak orayı yaşayabilirsiniz. Bireysel olarak ihtiyacımızdan fazlasını tüketmeyerek geleceğimize yatırım yapabiliriz. Doğa hepimizin, su hepimizin, oksijen sağlayan ağaçlar hepimizin. Onlara her zaman ihtiyacımız var,  korumak ise görevimiz.

Yazı ve Fotoğraflar: Sema Ertörer
İletişim: semaertor@yahoo.com.tr