4 KAPILI ŞEHİR “DİYARBEKİR”

Ailemin memleket özlemiyle büyüyünce, doğduğum yeri benimseyemedim hiç. Şiirimde de dediğim gibi “İstanbul kıskanmasın yerini sen babamın evisin Diyarbekir…” Evet böylesine güzel ve benim için bir o kadar özel yeri anlatacağım yazıma başlamanın zamanı geldi…
Türkiye’deki gezilmesi ve mutlaka görülmesi gereken yerlerin başında gelir Diyarbakır. Haberlerde izlediğimiz yüksek gerilimli görüntüler ne yazık ki güzel şehrin yüzünü perdeliyor. Oysa Diyarbakır 9 bin yıllık geçmişi, 4 kapısıyla (Dağkapı, Urfakapı, Mardinkapı ve Yenikapı), ve burçlarıyla (Yedi Kardeş, Evli Beden, Nur, Keçi, Kral Kızı ve Akrep) tarihi ve görkemli bir şehirdir…
Yazları çok sıcak ve kurak, kışları ise soğuk ve yağışlı geçer. Anlayacağınız üzere yazı yaz, kışı kıştır. İnsanları da öyledir, öyle bir şehir düşününki çocukların büyük sayıldığı; çocukluğunu doyasıya yaşayamamış hayatın zorluklarıyla çok erken tanışmış, omuzlarında büyük bir yükle büyümüş Güneydoğulu çocukları. Bu yüzden her şeyin kıymetini bilen ve asla ihanet etmeyen, yaşadığı tüm zorluklara göğüs gerip yenilmeyen, yiyeceği son lokmasını bile hiç düşünmeden paylaşacak kadar yüreklidirler.
İlk kez gelecekler için en uygun zaman mevsim dönümleridir, bahar aylarında da ayrı güzeldir. Bir kez geldikten sonra diğer mevsimlerde gelmek isteyeceğinizi söyleyebilirim, tecrübeyle sabittir:)

 

İstanbul’un aksine yokuşları olmayan illerdendir. Bir yerden bir yere gitmek çok kolaydır. Planladığınız saatte, istediğiniz yerde olma lüksüne sahipsiniz. Metrosu, metrobüsü olmayan şehir, bambaşka bir trafiğe sahiptir.

Kadın olsun, erkek olsun, ister büyük ister küçük çocuk olsun, misafirler her zaman önceliklidir. Ev sahibi aç yatar da misafirini yemek yedirmeden çıkarmaz evinden. Yemek yemeniz için yalvarıldığını ancak bu şehirde görebilirsiniz. (“Ölümü gör, başım için, sevdiklerin başı için yiyesen” bunlar yakarışlardan sadece birkaçı:))

Yemek demişken yemeklerimizden bahsetmeden olmaz. Binlerce yıl Türk, Kürt, Ermeni, Süryani, Yahudi ve Arap halklarıyla içiçe yaşayan Diyarbakır’da yemek çeşitleri oldukça zengindir. Kış Kabağı Meftunesi, Etli Karışık Dolma, Kaburga Dolması, Kibe Mumbar, Patlıcan Dizmesi, Ciğer Kebabı, Hıllorik, Kabak Çırtması, Babakannuç, Kenger, Nergizleme, Şehriyeli Bulgur Pilavı, İçli köfte, Bellöh ve Lebeni vazgeçilmez lezzetlerden sadece birkaçı. Birçok yemeğin temeli kuzu etine dayansada vejeteryan beslenen dostların damak zevkine hitap edecek lezzetler de mevcuttur. Ayrıca bir dönem et – tavuk yemeyen ben, bu alışkanlığımı Dağkapı’da Ciğer Kebabı yiyerek değiştirdim ve ne kadar güzel bir lezzeti ıskaladığımı o zaman anladım, bilginize! 🙂
Yemeğin hemen ardından demlenir çaylar. Uzun sohbetlerin ortağıdır kaçak çay… Ne sohbetimiz biter ne çayımız. Çaya çoğu zaman peynir ekmek / çörek bazen de kabak – karpuz – kavun çekirdeği eşlik eder. Bu ikili bu toprakların en vazgeçilmez ikilisidir.:) Ardından tatlılar sırayı devralır. Burma Kadayıf, Peynirli Kadayıf, Sargı Burma, Balık Ekmeği, Halbur Hurma, Bulamaç, Pestil Tatlısı da en sevilen ve en bilinen tatlılardandır. Denenmesi şiddetle tavsiye olunur:)
Uzun yemek keyfinin ardından şehri kaldığımız yerden gezmeye devam edelim…
Öncelikle Dicle Nehri’nin kalbine kurulmuş On Gözlü Köprü’ye gitmenizi öneririm. Köprüye gidip etrafı surlarla çevrili, bir yanında Hevsel Bahçesi’ndeki yeşilliği ve tarlaları görmek sizlere bambaşka bir görsel ziyafet sunacak. İzlediğiniz bu manzaraya kapılıp bir şeyler karalamak isteyebilirsiniz benden söylemesi, bir türlü gelmeyen ilham orda bekliyor.

On Gözlü Köprü’nün hemen karşısında Gazi Köşkü ağırlayacaktır sizi. Eski adıyla Sem’an Köşkü diye bilinen ve 1930’lu yıllarda, Mustafa Kemal Atatürk’e hediye edildikten sonra Gazi Köşkü diye anılan mekânda Menengiç Kahvesi eşliğinde sizi izleyen Dicle’nin nasıl süzüldüğünü göreceksiniz. Fırat’a kavuşabilmek için On Gözle nasıl ağladığını göreceksiniz. Pek duygusal oldu ama Diyarbakır aşktır en saf en gerçek aşktır…

Surlara çıkıp şehrin uzaktan nasıl güzel nasıl mağrur göründüğünü göreceksiniz. Yeşil alanların betona gömüldüğü günümüzde İstanbul gibi Diyarbakır’da bundan nasibini almakta. 7 peygamber mezarı ile 3 peygamber makamı ve 542 sahabe kabrinin bulunduğu Peygamberler Şehri olarak anılan Diyarbakır insanı için Kırklar Dağı’nın çok önemli yeri vardır. Çocuğu olmayan kadınlar burda dilek diler ve çocukları olduğunda ise Kırklar Dağı’nda kurban keserlermiş. Babam da Kırklar Dağı’nda edilen duaların ardından doğmuş. Hayatımda böylesine güzel ve kutsal bir yeri gezmek her defasında huzur verir.
Yolculuğumuza cami ve kilise ziyaretleriyle devam edelim. Şehrin en bilinen en meşhur camisi Ulu Cami’dir, ardından Dört Ayaklı Minare gelir. Birbirine yakın olan bu camileri görmeden ayrılmayın. Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi ve Mar Petyun Kilisesi Diyarbakır’ın en eski en bilinen kiliseleridir. Binlerce yıl birlikte yaşamış halkların zenginlikleriyle güzelliğine güzellik katmıştır Diyarbakır. Cami ve kilise ziyaretlerinin ardından müzeleri gezebilirsiniz. Diyarbakır (Arkeoloji) Müzesi, Ziya Gökalp Müzesi, Gazi Köşkü Müze Evi, Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi turistlerin akın ettiği müzelerdir. Diyarbakır’ın eski taşlarıyla inşa edilmiş bu müzelerden hiç çıkmak istemeyeceksiniz:) Bazalt taşlarıyla bezenmiş dar küçelerinde (sokak) gezmek ayrı huzur verir insana, taşlar yorgun ve umutla bakar, daha kimleri ağırlayacak yollarında diye bekler sabırla…

 Şehrin İpek yolunun üzerinde olması nedeniyle vakti zamanında belirli noktalarda birçok han ve kervansaraylar yapılmıştır. Deliller Hanı, Hasan Paşa Hanı, Çifte Han, Yeni Han ve Sülüklü Han şiddetle görülmesi gereken yerlerdendir:) Özellikle Hasan Paşa Hanı’nda 40 çeşit Diyarbakır Kahvaltısı yaparak şimdiye kadar hiç yaşamadığınız kahvaltı keyfini yaşayacaksınız. Uzun ve güzel kahvaltının ardından bu han eşe dosta hediyelik almak için size birçok alternatif sunacak. Sülüklü Han’da çok özel müzikler ve kimi zaman canlı müzik eşliğinde sevdiklerinizle güzel vakit geçirebilirsiniz. Han’daki insanlarla sohbet etmek de seçenekleriniz arasında olsun.

Şimdi bambaşka bir şeyden bahsedeceğim sizlere. Şehir efsanelerinin, nice yaşanmış hikayelerinin anlatıldığı bir yere geldi sıra Dengbéj Evi… Dengbêj sözcüğü aslında deng (ses) ve bej (söylemek) sözcüklerinden oluşan Kürtçe bir birleşik sözcüktür. Dengbêj; keder, mutluluk, göç vb. olay ve olguları duygusalca işleyen, ritim ve melodi eşliğinde süsleyen ve bunu halka aktaran kişi de demektir. Dengbêjlik bir Kürt geleneğidir. Dengbêj Evi’nde dengbêjleri dinlerken içiniz ürperecek. Bazen bazı duyguları anlatmakta sözcükler yetersiz kalır ya, tam anlamıyla bunu yaşatır insana. Dengbêjler göçü anlatır, sevdayı, ayrılığı anlatır, gurbeti, ölümü anlatır, hayatı anlatır… Oraya her gidişimde ya gözyaşlarımla ya da bir tebessümle çıkmışımdır… Böylesine güzel bir kültürü görmenizi dilerim.

Evet bu güzel yerin ardından çarşılara geldi sıra. Bir şehrin en samimi en doğal yeri hiç şüphesiz oranın çarşısı, pazarıdır. Bakırcılar Çarşısı… Daha çarşıya girmeden ritmik çekiç sesleri karşılar sizi. Bakırı nakış gibi işleyen zanaatkarların sabır ve özenle çekiçlerini savurması sizi derinden etkileyecek. Her şeyin çabuk tüketildiği ve kolayına kaçılan bir dönemde, böylesine eşsiz sabır gerektiren zanaatkarların varlığı bir ülkenin en büyük zenginliği olsa gerek. Babadan oğula, ustadan çırağına aktarılan bakırcılığın sayısız güzellikte eserleri mevcuttur. Çeşitli bakır cezve, tepsi, sini, süslü kahve ve çay takımları sizi hayran bırakacak. Sevdiklerinize böylesine değerli ve özel hediyeliklerden alarak bu kültüre desteği sağlayabilirsiniz.Bakırcılar Çarşısı’ndan çıktıktan hemen sonra Çarşiya Şewitî (Yanık Çarşı) karşılar sizi. 1914 yılında çıkan yangında esnafların Çarşiya Şewitî diyerek bağırmasının ardından, halk arasında yaygınlaşarak günümüzde de Çarşiya Şewitî olarak bilinen çarşıda, şehrin motiflerini taşıyan çeşitli yöresel elbiseler, şallar ve ayakkabılar mevcut. Benim gibi hepsini almak için sabırsızlanacağınızdan eminim:)

Ve sıra Ofis’e geldi. Ofis, İstanbul’un İstiklal Caddesi gibidir. Bir sürü kafe ve mağazalarıyla süslü olan semt ışıl ışıldır. Ofis’in bağrına kurulmus Sanat Sokağı’nı da mutlaka görmelisiniz. Sokağı boydan boya süsleyen kafelerden hic çıkmak istemeyeceksiniz, çayınızla sohbetiniz de demlenecek…
Karpuzuyla meşhur memleketimden eşe dosta alınacak en güzel hediye şüphesiz Diyarbakır biletidir:) Bunun dışında bakır hediyelikler, Kadayıf Tatlısı, Peynirciler Çarşısı’ndan damak zevkinize sunulmuş peynirler, Diyarbakır Karpuzu şeklindeki biblolar – kalemlikler, karpuz çekirdeği, kuru yemişler, yöresel kıyafet ve şalları öneririm.

Evet, bu keyifli gezinin sonuna geldik. Tatil planlarınızı yaparken seçenekleriniz arasında olmalı Diyarbakır. Gezince daha da seveceksiniz. Samimiyeti ve sıcaklığı sizi çekecek. Müdavimleri haftasonları kaçmaya çalışır, her fırsat orada değerlendirilir akrabalarla, dostlarla bir arada.

Unutmayın gitmediğimiz görmediğimiz yerler bizim değildir, gezmek görmek lazım:) Diyarbakır sizi bekliyor buyrun gelin…

Kendimce yazdığım şiirimle yazımı sonlandırıyorum;

İstanbul kıskanmasın senin yerini,                     
Sen babamın evisin Diyarbekir.
Gözlerin hep doludur için hep hüzün,
On gözünle Dicle ağlarsın için için.
Kapın çoktur sevenin de çok senin,
Sen sevenlerin diyarısın Diyarbekir…

Ve babamın eklediği o güzel dörtlüğü de ekleyerek yazıma güzel bir son veriyorum…

“Dünya kıskansa da yerini,
Sensin benim evim EY DİYARBEKİR…
Gözlerim hep doludur ,içim hep hüzün,
Adını andıkça EY DİYARBEKİR….” 

Sibel Yaşar Şişman
Websitesi: http://www.sibelizliyor.com/
Instagram: sibelizliyor
Twitter: sibelizliyor
Facebook: sibelizliyor.com