Kapılarınızı Kilitleyin Sicilya’ya Gidiyoruz!
Sicilya tatilinin üzerinden tam 4 ay geçmiş, Temmuz sonunda yaptığımız yolculuğu şimdi bir elimde nane çayı, üstümde hırka, dışarıdaki fırtınayı seyrederek yazıyorum.
Sicilya’ya gitmek nereden çıktı, isterseniz oradan başlayayım! Yazın ilk durağımızın İtalya olacağı zaten belliydi, ancak geçen seneki Cinque Terre gezisinden sonra, bu defa sadece gezme tozma değil de denizi de güzel olan bir yerler olsun ve doya doya denize de girebilelim istedik. (Önceki yazıda bahsetmiştim, Cinque Terre’nin kendisi de, denizi de çok çok güzeldi ama tüm gün o koy senin bu koy benim gezmekten çok, insanda gezme ve manzara seyretme isteği uyandıran ayrı güzellikte bir yerdi.) Tam Temmuz ortasında gittiğimizden, o sıcakta sadece şehir gezmek istemedik. Derken derken, tatil tarihimiz yaklaştı fakat ortada tatil yok! Ben bi hışım Google’a “İtalya’nın en güzel kıyıları” yazdığımı hatırlıyorum, tabii zaman da yok, sonuç; aşırı merak ettiğim 2 ada: Sicilya ve Sardinya. (Sanırım bu Sardinya’nın adını hepimiz karıştırıyoruz o yüzden şuraya notunu düşeyim: Ada olan Sardinya, Çiçek olan Sardunya, Balık olan Sardalya! 🙂
Aslında ikisi arasında karar vermek çok zor olmadı; Sicilya’ya İstanbul’dan direkt uçuş varmış, biz de 8 günlük tatilden gün kaybetmemek için Roma aktarmalı Sardinya’yı bir dahaki tatile sakladık.
Catania
Veeee sıcak bir Salı akşam üzeri Catania’ya vardık. 1 hafta için çizdiğimiz rotaya göre Catania’da 1 gün kalıp yine adanın doğu kıyısında bulunan Taormina’ya, oradan Siracusa’ya, son olarak da tekrar Catania’ya dönecektik. Bence gayet ideal yoğunlukta oldu plan, daha çok şehir göreyim diye koşturmacaya dönen tatillerde çok yoruluyorum. Gerçi 3 şehir ve bir de bunların civar kasabalarını köylerini, Etna’yı gezeyim derken bizimki bile bayağı yoğun bir programa dönüştü.
Uçaktan iner inmez kiraladığımız arabaya binerken ilk uyarımızı aldık: “Kapılarınızı kilitleyin, araçta değerli eşyalarınızı görünmeyecek yerlere koyun.” N’oluyo ya? Hani marjinal bizdik? 😛
Catania; çok eski, çok güzel ve anlatacak çok şeyi olan bir şehir. Bunun yanında genel olarak biraz tekinsiz, bakımsız ve pis. Yürürken üstüne basıp her yerime sıçrattığım çiş nolur bir köpeğe ait olsun diye yol boyu rahatsız oldum.
Sicilya’da hemen her köşe başındaki büfelerde satılan mandalinalı, buzlu, gazlı içecek.
Yeme içmeye gelirsek; yemekleri, şarapları, biraları, Etna manzaralı masalarıyla çok güzel cafe’leri ve restoranları var. Deniz ürünleri beklediğimiz gibi çok lezzetli ve makul fiyatlı. (Yine Cenova, Porto Fino ve Cinque Terre’yle kıyaslayacak olursam, Sicilya mutfağını ve restoranlarını açık ara daha çok beğendim – ki bu saydığım yerlerde de unutulmaz sofralara oturmuştuk.) Via Etnea caddesi üzerindeki Etna manzaralı Etna Rosso’yu öğle yemeği ya da akşamüzeri için tavsiye edebilirim. Güzel şarap veya yerel Sicilya birası içip, lezzetli makarnalar yiyebilirsiniz.
Etna manzaralı ” Etna Rosso”da yerel Sicilya birası.
Catania’da deniz ürününün her türlüsü hem ucuz hem de lezzetli.
Kentte genel olarak bir arka mahalle havası hakim. Hava kararınca da hafiften ürkütücü olmuyor değil. Biz neyse ki çantamız önümüzde sıkı sıkı tutarak gezmeye İstanbul’dan alışık olduğumuzdan hemencecik alıştık. Şehir merkezinin hemen dışında ise yine alışık olduğumuz türden yeni yerleşim yerleri – daha yazlık site kokusuyla dolu, plajların olduğu, bir tık daha yüksek gelir düzeyinin kendini hissettirdiği yerleşim yerleri bulunuyor.
Catania’ya karşı hislerim karışık. Hikayesi bol, görülmeye değer bir kent olduğu kesin, fakat günümüzde oldukça hor davranıldığı da bir gerçek. Eğer yolunuz düşerse, biz merkezde Habitat diye tatlı, temiz bir yerde kaldık. Ulaşımı da kolay, seyahati riske atmamak için tercih edebilirsiniz. Bunun dışında, bizim gidecek zamanımız olmadı ama şehrin öğlen 12’ye kadar açık olan meşhur bir balık pazarı var, aklınızda bulunsun.
Habitat’ın bahçesinde, Sicilya’da ilk gün.
Catania’da geçirdiğimiz dolu dolu bir günün ardından, ertesi sabah Taormina’ya doğru yola çıktık. Direkt otobana bağlanmak yerine yolu biraz uzatarak kıyı şeridindeki Aci Castello’ya uğradık. Böyle yol üzerinde dura dura gezmeli yolculuklara bayılıyorum. Aci Castello ya da yol üzerinde uğradığınız çoğu yerde pırıl pırıl denizlere de girmek mümkün olduğundan, bikinileri içinize giymeyi unutmayın yeter! Zaten hava o kadar sıcak oluyor ki, arabaya geri yürürken neredeyse kurumuş oluyorsunuz 🙂
Aci Castello
Aci Castello
Ve yaklaşık 1,5 saatin sonunda merakla görmeyi beklediğimiz Taormina’ya varıyoruuuz! Taormina, deniz seviyesinden 205 metre yükseklikte, bir tepenin üzerine kurulmuş olan minik, tatlı bir kasaba. Daha güvenli ve Catania’yla kıyaslanmayacak kadar bakımlı, temiz. Burası; yiyip içmek, dinlenmek, denize girmek için ideal. Tüm kasabayı 1 günde didik didik edebilirsiniz, o kadar küçük. Kasabanın tertemiz yeşil gölgeli sokakları, güzel evleri, kaktüslerle süslenmiş her biri sanat eserini andıran balkonları, insan kafası şeklindeki dev saksılarla dolu teras ve kaldırımları görülmeye değer. (Bu saksılar Sicilya’da gittiğimiz her yerde vardı ancak her bölgede kendine has bir tarz edinmiş, bazısı çok klasik, bazısı modern çizgilerle renklendirilmiş.)
Taormina’nın ana yerleşimi yukarda, kayalıkların üzerinde olduğundan, denize teleferikle iniyorsunuz. Dalgalı, dalgasız, kumlu, taşlı… Aynı sıra boyunca farklı zevklere hitap eden güzel plajlar bulmak mümkün. Çok turistik bir yer olduğundan yaz aylarında deniz kenarında sakince oturulacak bir yer bulmak zor, çok kalabalık. Şezlonglu tesisler paralı olduğundan bir nebze daha az insan olsa da yine de Temmuz – Ağustos ayları kalabalık sevmeyenler için ideal bir zaman değil. Taormina her ne kadar daha yüksek gelirli insanların mekanı olsa da sonuçta hala Güney İtalya’da – Sicilya’dayız. Bu nedenle denizdeyken gözümüz devamlı çantalarda. Bir de öyle kalabalıktı ki, biz yine şöyle bir serinleyip sokak sokak gezmeyi tercih ettik. Bu arada deniz gayet temiz ve güzel dedim ama henüz o fotoğraflarını gördüğümüz, bakmaya, girmeye doyulmayacak denizi görebilmiş değiliz Taormina’da.
Taormina’nın küçük meydanındaki meşhur çeşme ve kilise.
Tekrar yukarı çıkalım mı? Taormina’nın minik meydanında turistlerin dinlenme noktası olan bir çeşme ve hemen karşısında küçük bir kilise bulunuyor. Hemen yanında da bana bayağı bir hayal kurduran uzun merdivenler ve merdivenlerin üzerine kurulu mutlaka gidin diyebileceğim bar “Daiquiri” bulunuyor. Daiquiri, akşam 6 gibi dolmaya başlıyor ve merdivenler tüm gece ellerinde rengarenk kokteylleriyle neşeli turistleri ağırlıyor. Menüdeki fiyatlar da böylesine turistik bir yere göre oldukça iyi. Satsumalı gin tonic’i tahtından edecek kırmızı sivri biberli bir gin tonic tarifleri var ki, mutlaka deneyin.
Taormina’da atölyesi bulunan seramik sanatçısı Antonio Forlin’in renkli eserleri de Daiquiri’nin hem duvarlarını hem de merdivenlerini süslüyor. Yani sadece menüsü değil, merdivenler üzerine kurdukları rengarenk düzen de başlı başına çekici. Forlin’in ana cadde Corso Umberto üzerindeki minik bir yokuşta bulunan atölyesini de (Don Corleone) görmenizi tavsiye ederim. (Sicilya’nın meşhur kellelerini bu sanatçı da rengarenk tarzıyla yorumlamış.)
Akşam yemeği içinse yine yürüme mesafesindeki La Piazetta’yı önerebilirim. Bahçe içindeki La Piazetta’da – ya da civardaki hangi restoranda yerseniz yiyin, Sicilya’nın meşhur kılıç balıklı makarnalarından tatmadan dönmeyin. Ayrıca öğle yemeği için ara sokakları gezerken denk geldiğimiz, oldukça ünlü bir Trattoria olan “La Botte”yi önerebilirim. İçerideki fotoğraflardan da göreceksiniz ünlü İt alyan sanatçılarının neredeyse tamamı ziyaret etmiş bu mütevazı mekanı.
Kilisenin hemen karşısında keşfettiğimiz bir başka mekan… deniz ürünlü, limonlu ince bulgur ve Sicilya birası:
Taormina’nın benim için belki de en unutulmaz yeri, aşağıda boylu boyunca uzanan masmavi iyon denizini ve hemen sağında da heybetli Etna’yı bir karede görebileceğiniz manzaraya sahip 9 Aprile meydanı oldu. Kasabanın terasını andıran bu meydanda gün batımını ve sokak sanatçılarını izlemek çok keyifli.
9 Aprile meydanından. Sağda Etna.
2 gün boyunca gündüz deniz ve ara sokak gezintileri, akşamüzeri Daiquiri ve 21 gibi de Sicilya mutfağı keşifleri yaptıktan sonra son gün, İstanbul’dayken ayarladığımız Etna gezisine sıra geldi.
Burada önemli bir uyarıda bulunacağım! Expedia’da bulunan Etna gezileri ve açıklamaları biraz yanıltıcı. “Etna gezisi” ve “Etna ve civar köylerde gezinti& şarap tadımı” başlıklı iki geziden biz tabii ki ikincisini tercih ettik. Etna’ya gitmişken meşhur Etna şaraplarından içeriz, hem Etna eteklerindeki bağları da görürüz diye düşünerek. Maalesef yanılmışız çünkü tur otobüsüyle, karşımızda Etna manzarasını alarak 2 saate yakın yol gittik, yemyeşil köylerden geçtik ve hop diye son durağımız olan ve şarap tadımı yapacağımız “Gambino” isimli Şarapçılığa vardık. Her şey çok güzeldi ama Etna’yı yakından göremeyince biraz bozulmadık değil. Etna’nın eteklerinde boylu boyunca uzanan üzüm bağları, lezzetli şarap ve zeytinyağları, zeytinler, kuru domatesler, köy ekmekleriyle donatılmış harika bir tadım yaptık ama aklımız Etna’da kaldı.
Dönüş yolunun güzelliği…
Güzel Taormina’ya 3 günün sonunda veda ederek Arşimed’in şehri Siracusa’ya doğru yola çıkıyoruz! Geldiğimiz yolu geri dönerek, Catania üzerinden geçiyoruz ve Siracusa’ya varıyoruz. Ta taa! O da ne! Siracusa tam bir cennetmiş, daha fazla günümüzü buraya ayırmadığımız için bayağı pişman olduk!
Biz Siracusa’da, ana karaya köprüyle bağlı olan Ortygia adasında kaldık. Ortygia’nın iki parçalı bir yapısı var. Daracık sokaklarında zamanında korkunun, güvensizliğin ve tekinsizliğin kol gezdiği Yahudi mahallesi ve geniş caddeli, büyük meydanlı, mermerli ve şaşalı Yunan-İtalyan aristokrasisinin yaşam alanı olan aydınlık mahalle.
Bu minik ada, yiyip içmeyi seven, sakin ama aynı zamanda eğlenceli tatil arayanlar için harika bir yer, ama benim tavsiyem kesinlikle araba kiralayın çünkü civarda inanılmaz güzellikte koylar ve gezmek isteyeceğiniz kasabalar (mesela mermer şehir Noto) bulunuyor. (Tavsiye: Siracusa’da kaldığımız Grand Hotel Ortigia, tam merkezde, deniz kenarında. Meydana ve civardaki restoran ve barlara yürüyerek gidebileceğiniz, bizim hizmetiyle, her şeyiyle memnun kaldığımız güzel bir oteldi.)
İlk günün yol yorgunluğuyla, otelin önerisi olan kendi plajına 10 Euro karşılığında minik bir botla götürüldük. Ana karada bulunan bu plaj temiz olmasına karşın, biraz hayal kırıklığı yaşamadık değil. Fotoğraflarda gördüğümüz, hayal ettiğimiz Sicilya denizine Taormina’da dahi rastlayamamıştık ama bu kadar sıradan bir deniz görmeyi de ummuyorduk açıkçası. Bizi hemen kıyıda karşılayıp plaja götüren ve her ihtiyacımızda yanımızda biten görevli Davide, plajda geçirdiğimiz süre boyunca kibar tavırları ve güler yüzüyle yine de bize güzel bir gün geçirtti. Sağdan soldan topladığımız bilgilerle yaptığımız güzel koylar listemizi de nasılsa önümüzdeki günlerde keşfe çıkacağız diyerek Sicilya denizinden ümidi kesmedik ve temiz ama bulanık denizimizin keyfini çıkardık. 🙂
Siracusa’da minik tasarım dükkanları, birbirinin aynı olmayan her biri farklı bir tarz edinmiş seramik atölyeleri, burnundan kıl aldırmayan Sicilyalı şeflerin şık ve sade restoranları, akşamüzeri yemekten önce mis gibi şaraplar, koktelyler içebileceğiniz cafe’ler ve gezmeye doyamayacağınız ara sokaklarla dolu. Ayrıca tüm sahile tepeden bakan geniş meydanının harika bir manzarası var.
Burada denk geldiğim seramik atölyesi Circo Fortuna, aslen Hollandalı olup, Siracusa’da aşık olup evlenmiş ve çalışmalarını burada sürdüren dünya güzeli bir seramikçiye ait. Hediyelik alacaksanız, her köşe başında satılan ucuz, birbirinin aynı magnetler yerine bu tarz dükkanlardan almanızı tavsiye ederim.
Circo Fortuna
Fish house art’ın seramik balıkları.
Burada da Daiquiri gibi, tekrar tekrar gelme isteği yaratan bir mekan bulduk: “Barcollo”. Ara sokaklarda kaybolduğumuz bir akşamüstü sakince çalan müzik sesini takip ederek bir avluya girdik ve beyaz ferforje sandalyeler ve devasa kaktüslerle süslenmiş bu mekanla karşılaştık.
Akşam yemeği rezervasyonumuz olduğu için birer bir şey içip kalkalım dedik ama ortam o kadar çekici ki, elimizde ikincileri hüplettiğimiz kokteyllerimizle oturdukça oturduk. Mojito’ları servis eden Adona’yı ertesi gün tekrar aynı yere gittiğimizde inanılmaz sesiyle şarkı söylerken bulduk. Meğer kendisi kendi deyimiyle “erkek” sopranoymuş. Öğle yemeği için bol deniz ürünlü klasik Sicilya mutfağı arasanız, “Sicilia in Tavola”yı tavsiye ederim.
Ortygia’daki ikinci günümüzde mayoları içimize giydik ve yola koyulduk! Amaç, hem gezip hem de farklı farklı güzel koylar, kasabalar keşfetmek. Hava çok sıcak. Güneş delip geçiyor resmen. Yüksek korumalı güneş kremi sürüyorum ona rağmen rengim değişiyor. Klima bir nebze rahatlatıyor. Neyse ki fazla nem yok, güneş altında değilsek pek sıkıntı yok gibi. Kaktüsler, palmiyeler, zeytin ve karabiber ağaçları, sabırlıklar… Kısacası Sicilya, bana aynı zamanda Bodrum’u hatırlatan, en sevdiğim ağaç ve bitkilerle süslüymüş meğer.
Yaptığımız koy listesini haritamızda işaretleyerek kıyı şeridi boyunca tek tek denedik. Yolunuz Sicilya’ya düşerse mutlaka gidin diyebileceğim plajları da mini bir liste halinde toparladım ki bizim gibi bulanık sulara girmeden direkt fotoğraflarını gördüğünüz yerlere gidin 🙂 . Siracusa’dan Noto’ya kadar sırasıyla en azından bi batıp çıkmadan geçmeyin diyeceğim denizler şöyle: (* Neden pek fazla deniz fotoğrafı yok derseniz, değerli eşyalarımızı arabaya koyup, sadece havlularla gittik hep denize girmeye. Dolayısıyla telefonum maalesef hiç yanımda olamadı deniz kenarında.)
- Ognina: Tesis yok, müzik yok, deniz muhteşem. Hemen yol üzerinde, bölgedeki yazlıkçıların ziyaret ettiği küçücük bir koy. Kıyı kum değil, taşlık. Tüm günü geçirmek istiyorsanız şemsiyenizi yanınıza almayı unutmayın.
- Fontane Bianche: Masmavi, upuzun bir kumsal. “Sadece doğa ve ben” durumu yok, tesis olduğu için insan da çok. Buna rağmen tertemiz bir kıyı ve denize sahip. Tesise ait şezlonglardan faydalanabilir ya da tesisten bağımsız olarak kumlara havlunuzu atıp tüm günü geçirebilirsiniz.
- Spiaggia di Gallina: Burası da taş değil, kum sevenler için ideal. Halı gibi yumuşacık, turuncu renkli, daha önce hiç görmediğim garip güzellikte bir kumu var. Bölgede bolca yazlık olduğundan burası da biraz kalabalık ama asla rahatsız edici bir insan kalabalığı veya gürültü yok. Minik bir tesis ve şezlong da bulunuyor.
- Avola Lido: Upuzun, tertemiz bir kumsal, berrak deniz… Yukarıda saydığım yerlere kıyasla daha büyük ve kalabalık.
- Lado di Noto: Yine kumsal sevenlerin bayılacağı cinsten. Tesis olmasa da civarda yemek yenecek yerler mevcut.
Koy gezintimiz sırasında uğradığımız bir diğer yer de mermer kasaba Noto’ydu, görülmeye değer bir Sicilya kasabası olmasının yanında Temmuz sıcağında gidilecek yer değil 🙂 Diğer kasabalara kıyasla burada neredeyse tek bir ağaç yok ve güneşten ayrı, mermerden ayrı yüzünüze vuran sıcak sizi gerçekten rahatsız edebilir. Biz yine de yokuş, merdiven, tepe demeden gezip durduk ancak sonunda sıcaktan neredeyse hastanelik oluyorduk. Bu arada küçük diyorum, kasaba falan diyorum ama tepesinde Michelin yıldızlı bir restoranı var: “Trattoria del Crocifisso”. Maalesef biz öğle saatlerinde gittiğimizde kapalıydı, giderseniz aklınızda olsun. Noto’da da, Siracusa’da olduğu gibi çok güzel seramik atölyeleri ve minik tasarım ürünler bulabileceğiniz dükkanlar var. Bunun yanı sıra sadece yerel kültür sanat etkinlikleriyle karşılaşacağınızı düşünmeyin, örneğin biz gittiğimizde Andy Warhol sergisi vardı. Eminim Temmuz değil, Ekim, Kasım aylarında giderseniz Noto’yu daha doya doya, sıcaktan rahatsız olmadan gezebilirsiniz.
Sicilya, deniziyle de yemekleriyle de insanlarıyla da sizi asla hayal kırıklığına uğratmayacak, ilk görüşte yarattığı tekinsiz havasını hemen ertesi gün unutturacak, tekrar tekrar gitme isteği uyandıracak, bol hikayeli, bol şaraplı, bol ahtapotlu akşamlar yaşatacak, siz radyoyu açıp şarkı söyleyerek bilmediğiniz otobanlarda kaybolurken o sizi tüm yollarının sonunda hep harika denizlere kavuşturacak.
Yazı ve Fotoğraflar: Başak Erdemir
İletişim: basakesp@gmail.com
İnstagram: basakesp
floripaartworks