Gitmeden Aşık Olduğum, Beni Her Şeyi ile Büyüleyen Şehir:Mardin

Bu şehrin bende yeri ve anlamı apayrı. Çünkü güzel kalpli bir öğretmen vasıtasıyla, köy okullarına ve miniklere bulunmuş olduğum yardımlarla beraber hayatıma girdi. Yıllar sonra gitmiş olduğum bu şehri görmüş, yaşamış ve bu zevki tatmış bulunmaktayım. Neyi nereden anlatmaya başlasam inanın ki bilemiyorum.

Türkiye’nin en kalabalık 26. şehri Mardin. Suriye ile sınır komşusu olup on ilçesi bulunmaktadır. Farklı inanç gruplarının hoşgörü ve medeniyet içinde yaşadıkları büyülü şehir Mardin M.Ö 4500 yıllarına dayanan köklü tarihi ile yıllar içerisinde pek çok medeniyete ev sahipliği yapmıştır. Persler tarafından “Marde“, Bizanslılar tarafından “Mardia“, Araplar tarafından “Maridin“, Suryaniler tarafından “Merdo, Merde, Merdi” isimleriyle anılmış ve bölgenin Türkler tarafından ele geçirilmesi ile “Mardin” olarak anılmaya başlanmıştır.

 

Mardin Kalesi ve Muhteşem Taş Evleri

Şehrin daracık çöp kamyonu geçmeyen sokakları, SGK’lı çöp arabası yerine kullanılan eşekleri, farklı medeniyetlere ait yapıları, tarihi taş evleri, Mezopotamya ovasına karşı kahvenizi yudumlayacağınız, gecesi ve gündüzünün ayrı güzelliğiyle bu şehir beni inanılmaz büyüledi.

 

 

Dolu dolu 4 gün geçirdiğim şehirde: Zinciriye Medresesi, Kasımiye Medresesi, Tarihi Ulu Cami, Deyrulzafaran Manastırı, Mardin Kalesi, Mor Gabriel Manastırı, Mor Abrohom Manastırı, Dara Mezopotamya Harabeleri, Hasankeyf, Nusaybin ve Midyat’ı gezme şansına sahip oldum.

Gördüğüm güzelliklerin hepsi apayrı bir tat ve dokuydu. Ancak aklımda kalan en güzel detay gün batımında Mezopotamya ovasının fotoğrafını çekebilmek için koşturmam, iyi ki de yapmışım. Çünkü sonrasında beni inanılmaz mutlu eden aşağıdaki fotoğrafa sahip oldum.

 

 

Daracık sokaklarında çocuklarıyla kavuşmam, onlar çekinse bile mini sohbetlerim ve gece dar sokaklarına indiğimde şehrin sakinliğini, dokusunu hissetmem muazzamdı.

 

 

Kasımiye Medresesi’ne yaya olarak Eski Mardin’den inip dik yokuşunda nefes nefese kalarak çıkmayı denemem de ayrı bir güzeldi. Mor Abrohom Manastırı’nı ise yolun karşısından görüp oraya yürümeyi göze aldım. Ancak gidip kapısının kapalı olduğunu görüp kapıdaki zili çaldım. İçeriden bir görevli çıktı ve İstanbul’dan geldiğimi söyleyip içeriyi görmeyi rica edince, gezme şansına sahip oldum.

 

Kasımiye Medresesi

Mor Abrohom Manastırı İç Mimarisi

Haberlerde olaylarıyla izlediğimiz Nusaybin’i yakından görüp evlerdeki kurşun izlerine şahit olunca, orada yaşayan insanların nasıl bir psikoloji ile hayatlarına devam ettiklerini sorguladım.

Hasankeyf, Batman’a bağlı olan, iki yakasını Dicle’nin ayırdığı tarihi bir ilçedir. Hasankeyf’in taşınan minarelerinin (usta-çırak hikayesi) yapım şekli ve tarihini de bir yakışıklıdan dinleyip o şehrin sular altında kalacağını duyduğumda ise içimi büyük bir hüzün kaplamıştı.

Hasankeyf

Midyat’tan bahsetmeden geçmeyeceğim tabii ki. Mor Gabriel Manastırı’nın içini gezmedim ancak çatı katı olan bir kafede kahvemi yudumlarken harika bir fotoğrafını çektim. Konak’ta ise film çekimi olduğundan içeri giremedim. Ancak çarşısındaki telkâri işçiliği gümüşleriyle, Süryani şaraplarının satıldığı dükkanlarıyla hafızama kazındı.

 

Mor Gabriel Manastırı

Demem o ki, bu şehrin büyüsünü gidip yaşadığınızda çok daha fazla hissedeceksiniz. Yemekleri, tarihi dokusu, kültür buluşmaları ve misafirperver insanları için eğer ki görmediyseniz, görülecekler listenize eklemenizi tavsiye ederim.

Zaman ayırıp okuduğunuz için Teşekkürler Efem 🙂

Zuhal Uncu

Websitesi: Zuzu’nun Dünyası