Muğla

Bahsettiğim gibi ikinci bölümde bol bol deniz ve güneş paylaşımı ile sizi baş başa bırakıyorum. Zira gezimizin son günlerini suya doyamayan çocuklar gibi sürekli bir yerlerden denize atlayarak ve GoPro ile su altı çekimleri yaparak geçirdik.

Ortaca’dan sabahın erken saatlerinde yola çıkıp Dalyan’a doğru ilerliyoruz. Ev sahibi arkadaşımız bizim için tekne turunu organize etmiş bile. Kaya mezarları, İztuzu plajı, çamur banyolarını bir yana bırakın sadece Dalyan’ın kanallarında gezerken görecekleriniz bile tura ödediğiniz her kuruşa değecektir. Sahil boyu tekneler günlük turlar düzenliyor. Birçoğu yemekli. Bütçenize uygun bir seçenek illaki çıkacaktır. Biz ufak bir tekne ile açılıyoruz. Aslında bineceğimiz gün 2 çocuk ve 5 yetişkinden oluşan bir aile özel tur için tekneyi kiralamış fakat tekne sahibi bizi de alıyor. Kişi başı 40 TL ödüyoruz. Tekneye binmeden önce yanımıza atıştırmalık bir şeyler almayı ihmal etmiyoruz tabiki. Eğer deniz iştahınızı açıyorsa ve tüm günü teknede geçirmeyi düşünüyorsanız mutlaka yanınıza atıştırmalık alın çünkü teknede her an elinizin altında yiyecek bir şeyler bulamayabilirsiniz.

Dalyan

Teknemiz sahilden ayrılıyor ve Dalyanın kıvrımlı kanallarına doğru ilerlemeye başlıyoruz.  Eğer yukarıdan bakma imkânım olsaydı bu kanallardan geçerken göreceğim manzara karşısında kelimeler kifayetsiz kalacaktı eminim. Teknelerin kaptanları birbirlerine selam vererek geçiyorlar yanımızdan sürekli. Nasıl oluyor da bu ilginç labirentin içinde kaybolmuyorlar diye düşündüysem de cevabını bulabilmiş değilim. ”Kaptan’a neden sormadın?” diyeceksiniz ama kanalın tadını çıkarmak ve onu fotoğraflamakla fazlasıyla meşguldüm diye cevap vereceğim. Öyle bir güzellikten bahsediyorum.

Bahsettiğim labirenti oluşturan şey ise gevşek toprak parçaları ve üzerini şuursuzca kaplamış olan sazlıklar. Bu labirentler aynı zamanda kusursuz bir ekosistemin bir parçası. Biraz ilerde Kaunos Kaya Mezarları çıkıyor karşımıza.

Kaunos Kaya Mezarları

İnanışa göre mezarın ne kadar yüksekte olursa tanrıya o kadar yakın olurmuşsun. Bu mezarların bu kadar yüksekte olmasının sebebi de bu. Bir diğer sebebi bunların krallara ait olmaları. Binlerce yıllık geçmişi olan bu yapıların o zamanın imkânlarıyla nasıl inşa edilebildiğine benim pek aklım ermedi. Dalyan ve çevresinde bunlara benzer pek çok mezar mevcut. Bu enteresan mezarlara Ören yeri iskelesinden 10 dakikalık bir yürüyüş ile ulaşabileceğiniz gibi Delikli ada etrafından dolaşarak tekne ile de ulaşabilirsiniz.

Kaya mezarları geçip ilerledikten sonra kanalın denizle birleştiği yerden geçiyoruz ve kanalın sularının deniz ile buluşmasını kendi gözlerimizle görüyoruz. Zaten sazlıkların giderek azalmasından denize yaklaştığınızı rahatlıkla anlayabilirsiniz.

Delik Ada’ya doğru ilerliyoruz. İlk yüzme molası yerimiz burası. Kanaldan çıktıktan sonra derinlik normal olarak yükseliyor. Önce tekneden atlayıp atlamamak konusunda kararsız kalsak da derinliğin epeyce fazla olduğunu duyunca davetkâr maviliğe kendimizi bırakıveriyoruz.

Delik Ada ismini kayaların arasındaki bu delikten alıyor. Bir tarafın başına gelip ileriye baktığınızda diğer taraftan denizi görüyorsunuz.

Delik Ada’dan ayrılıp yavaş yavaş İztuzu kumsalına doğru gidiyoruz. Şansımız varsa caretta caretta görebiliriz.

İztuzu Plajı

 İztuzu kumsalına doğru ilerlerken görüntü yavaş yavaş bir doğa harikasından çok yağlı boya tabloya dönüşmeye başlıyor. Burası aynı zamanda Kaplumbağa plajı ismi ile de anılıyor. Sebebi de tahmin edebileceğiniz üzere caretta carettaların yumurtalarını bırakıyor olması. Eğer gerçekten şansınız varsa bu kocaman kaplumbağaları doğal ortamlarında görebilirsiniz.

Tekne plajın neredeyse dibine demir atıyor. Suyun içinden birkaç adım yürüyerek plaja varabilecek kadar yakındayız. Burada mavi yengeç populasyonu da oldukça bol. Kaptanımız alet edevatı çıkarıyor ve yengeç avı başlıyor. Önce kızlarla teknenin üst kısmına çıkıp biraz güneşlenme keyfi yapıyoruz ama öğle güneşinin altında içim sıkılınca kendimi suya atma ihtiyacı hissediyorum. Bu esnada tekneyi paylaşmakta olduğumuz aile bir kovanın yarısını mavi yengeçler ile doldurmayı başarmış bile. Daha önce buraya yaptığım ziyaretten sonra tadı damağımda kalmıştı mavi yengecin. Yanlarına gidip nasıl yakaladıklarını soruyorum. Anlatıyorlar ve bir misina tutuşturuyorlar elime. Misinanın ucundan tavuk derisi var. Ne yalan söyleyeyim görüntüsü biraz midemi kaldırdı. Misinayı olabildiğince uzağa fırlatıyor ve sükûnet içinde bekliyorsunuz. Aşağısı yengeç kaynıyor. En fazla bekleme süreniz 4 dakika gibi bir süre. Sevimli yengecimiz misinamızın ucundaki tavuk derisini çekiştirmek suretiyle bizi dürtüklüyor. Bizde kendisini tekneye doğru çekiyoruz. Su bulanık olduğu için hemen göremiyorsunuz ancak misinayı çektikçe görüntü netleşiyor. Yengecin tamamen görmeye başladığınız anda bir ağ yardımı ile yengeci ve misinayı tekneye alıyoruz. Ancak acele etmelisiniz. Çünkü sevimli yengeçlerimiz de en az bizim kadar akıllılar. Ağı fark ettikleri zaman misinanızı kopartıp bulanık sulara kendilerini bırakıvermeleri sadece bir kaç saniye sürüyor.

Buradan sonra dikkat etmeniz gereken en önemli nokta bu minnoş görünümlü yengece elinizi ya da vücudunuzun herhangi başka bir uzvunu kaptırmamanız. Kaptanımızın başına birkaç kez gelmiş ne yazık ki böyle bir durum. Eğer ki elinizi kaparsa hemen yere eğilip, yengecin ayaklarını yere değdirmeniz gerekiyormuş. Böylece yengeç kıskaçlarını gevşetip sizden koşarak uzaklaşıyor. Tabi ki bunu yapmasının tek sebebi kendini güvende hissetmiyor olması ve sizi bir tehdit olarak algılayıp içgüdüsel bir şekilde kendini savunması. Ona kendini güvende hissettirebilmek ve uzaklaşmasına izin verip, kendinizi de kurtarabilmek adına yapmanız gereken tek şey bu. Aksi halde bu küçük yaratık yakaladığı yerden parmağınızı koparabilecek kadar güçlü. Ağın içinden kovaya aktarmaya çalışırken birkaç kez kovanın dışına düşen kaçaklar da oldu ama neyse ki kimsenin eli kolu kopmadan yengeç avını tamamlamayı başarabildik. Ağımıza takılan yengeçler belli bir boyuttan daha küçükse geri denize attık. Soylarının devam edebilmesi ve ekolojik dengenin korunabilmesi adına küçük olanların yaşam alanlarına geri dönmeleri ve üremeleri gerekiyor zira. Aksi halde bu güzellik de doğadan silinip gidecek. Bu sebepten kovada yalnızca büyük ve eti bol olan yengeçleri bıraktık.

Kaptanımız alışkın tabi. Nasıl tutması gerektiğini de biliyor ve bir tanesini tutup bize gösteriyor. Canlı bir yengeci eline alma fikri önce çok korkunç göründü ama heves ettim. Kaptan elindeki yengeci yavaşça bana doğru uzattı ve nerden tutmam gerektiğini söyledi. Yavaşça söylediği yerden tuttum ama bir yandan da elimi kaptırmak veya düşürmekten korktuğum için benimle birlikte tutmasını istedim. Fakat kaptan aniden elini çekince bu minnoşla baş başa kaldık ve ortaya bu poz çıktı 😀 Adrenalin tutkunuysanız deneyin derim 😉 1 saat gibi bir sürenin sonunda ben 3 tane yengeç yakalayabildim. Birkaç tane de son anda ağı fark ettiği için misinayı bırakan kaçaklarım oldu.

Tekne ahalisi olarak açlıktan ölmemize çeyrek kala kaptanımız yemeğin hazır olduğunu bildiriyor. Yemeğin yanında yakaladığımız yengeçler de garnitür oluyor haliyle. Pişmiş hallerini görünce kendimi kötü hissetmedim desem yalan olur. Hatta ev sahibi arkadaşımız tabağındaki yengece bakıp ”seni yediğimiz için özür dileriz” diyerek yakaladığı yengeçten özür bile diledi 🙂 Ama gerçekten hayatımda yediğim en doğal besin bu mavi yengeçler diyebilirim. Etinden deniz kokusunu alabileceğiniz kadar doğal ve katkısız.

 Yemeğimizin ardından İztuzu kumsalından kendimizi denize atıyoruz. Tekneye geri döndüğümüzde bir misafirimiz olduğunu görüyoruz. Kocaman bir Caretta caretta teknemizin etrafında tur atıyor. GoPro’yu suya batırıp fotoğraflamaya çalışıyorum ancak su çok bulanık ve sevimli misafirimiz bizden gördüğü yoğun ilgiden sıkılmış olacak ki derinliklere doğru dalıp uzaklaşıyor. En azından doğal ortamında bir Caretta caretta görebildiğim için kendimi şanslı saymakla yetiniyorum şimdilik.

 İztuzu kumsalından ayrılıp ilerlemeye devam ediyoruz. Kaunos antik kentine doğru ilerlemek niyetindeyiz fakat bu mevsimde bölgede yılan populasyonunun arttığı ve tehlikeli olabileceği bilgisini alıyoruz. Risk almamak adına gitmekten vazgeçiyoruz. Eğer yolunuz düşer ve gezmek isterseniz dipnot olarak belirteyim. Bu bölgeyi gezmek için en uygun zaman ilk ve son bahar zamanı.

İlerlemeye devam edip Hamam Gölü’ne ulaşıyoruz. Burada biraz yüzme molası veriyoruz. Suya ilk daldığınızda ”Bunun neresi hamam kardeşim bildiğin su işte” diyorsunuz. Fakat biraz derine daldığınız zaman su gitgide ısınıyor ve gerçekten derinlere doğru epeyce sıcak. Sebebi dipte bir sıcak su kaynağının olması.

Hamam Gölü

Bu sıcak gölün dibi tamamen çamur. Kaptan çapayı çektiğinde çapaya yapışmış bir tomar çamur ile karşılaşıyoruz. Yine kaptanın verdiği bilgiye göre bu çamur en doğal ve faydalı olanıymış. Yani çamur banyolarına gittiğinizde karşılaştığınız değilmiş maalesef. Denk gelirseniz bunu kullanın diye uyarıyor bizi. Arkadaşlardan biri elini bulaştırıp birazcık çamur alıp hemen faydalanmaya başlıyor. Hızını alamayıp birkaç dakika içinde bütün vücudunu çamura buluyor ve ortaya oldukça komik bir görüntü çıkıyor. Kokusu oldukça rahatsız edici fakat cildinin gerildiğini söylüyor. Yıkanabileceği bir yer de olmadığı için bir süre bu şekilde gezmek durumunda kalıyor.

Çamur banyolarına ulaşıyoruz. Giriş ücreti 6 TL. Cildi gençleştirdiği ve güzelleştirdiği söyleniyor bu çamurun. Ancak şuan daha çok eğlence amaçlı kullanılıyor gibi.  Kaptanımız buradaki çamurun doğal olmadığından bahsedince bizde girmekten vazgeçiyoruz. Çamura bulanmış olan arkadaşımızda kanala atlayıp kendini bir güzel yıkıyor. Daha sonra başladığımız yere geri dönüp tekneden ayrılıyoruz. Ortaca’ya geri dönüp bu güzel günün ardından evde akşam yemeğimizi yiyoruz. Yemekten sonra tüm günü denizde geçirmenin verdiği tatlı uyuşukluk sebebiyle dışarı çıkasımız gelmiyor. Geceyi evin bahçesinde çay içip batak oynayarak geçiriyoruz.

Son günümüz geldi çattı. Sabah Göcek’e doğru yola çıkıyoruz. Eskiden yazları sürekli ziyaret ettiğim bu güzel tatil beldesine uzun zaman sonra yeniden gelmiş olmanın mutluluğu içerisindeyim. Sessizlik ve huzur var sadece burada. Küçük restoranlar, şık kafeler ve bol miktarda yat mevcut.

 

Göcek

Göcek’te neler mi yapılır? Bol bol kitap okunur mesela. Mavinin her tonu ayrı ayrı fotoğraflanır. Sahildeki şık restoranlarda balık yenir. En önemlisi Oniki adalar turu yapılır. Biz de aynen öyle yapıyoruz. Yine ev sahibi arkadaşımızın bizim için organize ettiği öğle yemekli bir Oniki adalar turu için sahilden tekneye biniyor ve kendimize teknenin üst katında güneşlenebileceğimiz 4 tane minder kapıyoruz.

Tekne sahilden ayrılıyor. İlk durağımız Bedri Rahmi Koyu. Bu koyda deniz keyfi yapmayı planlıyordum ancak burada yüzme molası vermiyoruz. Bu koy ile ilgili insanların en çok ilgisini çeken şey doğal güzelliğinin yanında kayalıkların üstüne çizilmiş olan balık resmi.

Bedri Rahmi Koyu

1974 yılında Bedri Rahmi Eyüboğlu dostları ile mavi yolculuğa çıkar. Ve bu yolculuk 74 yılından sonra geleneksel hale gelir. Geleneksel hale gelen bu gezinin anısı olsun diye bu balığı çizer. Eski adı Taşkaya Koyu olan bu koy Bedri Rahmi Eyüboğlu balığı çizdikten sonra Bedri Rahmi Koyu olarak anılmaya başlar. Bu koyda geçirdiğimiz bir kaç dakikanın ardından yola devam ediyoruz. Sıradaki durak Sıralıbük Koyu.

Sıralıbük Koyu

Burada kısa bir deniz molası veriyoruz ve sonrasında ilerlemeye devam ediyoruz. Öğle saatleri yaklaşıyor. Teknede bir yandan öğle yemeği hazırlıkları başlıyor.

Sırada benim bu gezideki favorim olan Kleopatra Hamam koyu var. Göcek’te denize girilebilecek en keyifli yer diyebilirim. İsminin hamam koyu olmasının sebebi ise burada bir kısmı suyun altında kalmış olan bir hamamın bulunuyor olması. Teknedeki rehberimizin söylediğine göre Kleopatra ile bir alakası yokmuş aslında.

Bu güzelliği görünce tabi ki bir dakika bile düşünmeden suya dalıyoruz. Hamamın suyun içinde kalan bölümlerinde küçük bir gezintiye çıkıyoruz.

Sular altında kalmış olan hamamın duvarları arasında yüzerek veya duvarlara tutunup kaymamaya çalışarak ilerliyoruz. Değişik bir deneyim böyle bir yerde yüzmek. Bir o kadar da keyifli.  Tabi bunu fırsat bilip Kleopatra pozları vermeden de geçmiyoruz 🙂

Bu kadar deniz sefası karnımızı acıktırdı tabi ki. Mutfaktan yavaş yavaş yemek servisine başlanıyor. Kleopatra hamamına ve etrafını saran masmavi denize karşı balık ve bira keyfi. Yemekten sonra burada son kez suya dalıyoruz. Sonraki durağımız Domuz Adası.

Bu sırada teknede koşturup duran minnoş sarışın bir çocuk ile arkadaş oluyoruz. Hamamın içinde korsanlar olduğunu ve hamamın oraya gidip onları yakalayacağını iddia ediyor. Elimdeki GoPro çok ilgisini çekiyor ve hamama birlikte gidip korsan avına çıkalım mı diye soruyor bana. Ailesinden öğrendiğime göre su soğuk olduğu için atlamaktan çekiniyormuş ve kendinden önce suya girecek bir fedai arıyormuş 🙂

Domuz adasına doğru ilerlerken muhabbeti de iyice ilerletiyoruz. Göcek koylarının nerelerinde korsanlar olduğunu iyi biliyorum artık 🙂

Domuz adasına ulaşıyor ve demir atıyoruz. Burada da kısa bir deniz molası veriyoruz. Bu ada ismini bir zamanlar üzerinde bol miktarda yaşayan yaban domuzlarından almış.

Domuz adasından sonra Akvaryum Koyu’na geçiyoruz. Burada batık bir fener var. Tekneden biraz açılıp ilerleyince üzerine çıkabiliyorsunuz.

Akvaryum Koyu’nun ardından Tersane Adası’na geçiyoruz. Denize girip çıkmaktan o kadar yorulmuşum ki teknenin üst katında güneşlenirken uyuyakalmışım. Uyandığımda ada’dan ayrılmak üzere teknemiz harekete geçmişti bile.

Tersane Adası’ndan ayrıldıktan sonra Zeytin Adası’nın yakınlarından geçiyoruz. Bu ada eskiden Uzan ailesine aitmiş.

Zeytin Adası’ndan sonra son durağımız olan Yassıca Adalar’a geçiyoruz. Güneş yavaştan batmaya başlıyor. Gün batımının kızıllığında son kez burada denize atlayıp tatilimizin ve 2016 yazının kapanışını yapıyoruz.

Yassıca Adalar

Yassıca Adalar’ın ardından Göcek’e geri dönüyoruz. Kısa bir yürüyüşün ardından akşam yemeği için Ortaca’ya geçiyoruz. 

Ertesi gün bir tatilin daha noktalanmış olmasının verdiği burukluk ile Dalaman Havalimanından uçağa atlayıp İstanbul’a geri dönüyoruz.

Yağmurlu bir İstanbul günü bu yazıyı sizinle paylaşmak için düzenlerken yaz bir an önce gelsin diye geçirdim içimden. Bu tatil 2016 yazının final tatiliydi. Ama tabi ki 2016 henüz bitmedi ve bu süre zarfında ben artık evli bir gezgin kadın oldum. Birkaç gün sonra balayı için eşimle birlikte çok uzaklara, 2016 yılının son gezisine çıkıyorum. Evlenince gezilmez demeyin. 2 senelik gezi planımızı ve hazırlıklarımızı şimdiden yaptık bile 🙂 Balayı dönüşü yeniden buluşmak dileğiyle…

 

Muğla yazısının ilk kısmı:

Yazdan Kalma Muğla Günleri

 

Yazı ve Fotoğraflar: Ceren Işık Alican

İletişim: fehmiyeceren@gmail.com

Web: journeynotesofaheadbanger.blogspot.com.tr

İnstagram: yogikedi