
Zagreb, Hırvatistan
2012 Eylül;
Batı Afrika denizlerinde geçen 8,5 aydan sonra, eve dönüp apar topar gittiğim Sırbistan’ın en şirin şehirlerinden biri olan Niş’de katıldığım fotoğrafçılık ve film çekim teknikleri konulu “Snap it, Tape it and Let’s Talk About It” adındaki, Sırp arkadaşlarımızın KOM 018 etkinlik kulübüyle geçirdiğim çılgın bir 10 günün ardından eve gelip yaptığım ilk iş, internette ucuz uçak bileti bakınmak olmuştu 🙂
Özellikle, o yaz Hırvatistan’ın 2013 Nisan ayında AB’ye girecek olması nedeniyle, vizesiz konforunu yaşamak için az vaktimizin kalmış olması, Türk turistlerin de özellikle pasaport kontrolünde yığılmasına neden oluyordu.
Yani sıradaki durak belliydi, Hırvatistan…
Eski Yugoslavya coğrafyasının böyle bir güzelliği var, Avrupa gibi hissettiren insanların yaşadığı, ama diğer ünlü Avrupa şehirlerindeki mimarı boğulmaya henüz karışmamış doğasının büyüsünü keşfedebileceğiniz pek çok yer var ve her yeri dolaşmak sandığınızdan çok daha uzun sürüyor. Tavsiyem, ancak kısa süreli izin kullanabilen özel sektör çalışanıysanız, tek bir ülke seçin ve ona yoğunlaşın.
Benim, hangi ülkeye gidersem gideyim, çok fakir ya da en gelişmiş ülkelerden biri olsun hep sistemim aynıdır. İnternetten, sadece gideceğim şehirleri belirlerim ve havalimanından en yakın medeniyete en kolay nasıl ulaşacağımı not alırım o kadar. Sonrası için çok fazla plan yapmam. Çünkü her an karşıma daha iyi bir fırsat çıkabilir ya da çıkmaz ve bu çok fantastik bir maceraya dönüşür ve ömür boyu hatırlayacağım anıları sırt çantama atabilirim 🙂 Emin olun, böylesi, size ağırlık yapacak ve bir sürü para harcatan minik biblo ve magnetlerden çok daha değerlidir…
Uçuş günü geldiğinde, her zamanki gibi sadece yarısına kadar doldurma ihtiyacı hissettiğim sırt çantamı yüklenip havalimanına doğru yola çıktım. Uçuşuma çok fazla zaman vardı, rahatlıkla gidip havalimanında check-in yapabilirdim. O yüzden telefonda uğraşmak istemedim. Ve bu check-in yapmadan yola girdiğim son uçuş oldu. Trafik yüzünden havalimanına vardığımda kontuar sadece 5 dk önce kapanmıştı ve eğer check-in yapmamış olsaydım boarding pass verebileceklerdi. Ama yoktu… Arkadaşım Mersin’den gelip uçaktaki yerini almıştı, ben İstanbul’dan havalimanına gelememiştim… O gitti, ben 12 saat boyunca havalimanında bir sonraki uçuşu bekledim…
(Tabii ki kaçan biletimin 4 katı fiyatına, o konuya hiç girmiyorum :))
Uçağım oraya indiğinde geceyarısı olacaktı. Bir denizci olarak normalde böyle şeyleri dert etmiyorum, ama sinir bozucu bir durumdu tabii ki… Dış hatlarda yürüyüşler yaptım, bulduğum tenha yerlerde biraz jimnastik hareketleri yaptım, bazen uyudum, havalimanındaki ucuz yemek ulaşabileceğim yerleri keşfettim ve biraz yemek yedim, vakit geldiğinde Atatürk Havalimanı’ndan sonunda havalanabildim!
Pasaport kontrolüne vardığımda, beklediğim üzere pek çok Türk vardı. Bunlardan biri de Irmak’dı. Irmak, zaman zaman Hırvatistan gezim boyunca karşıma çıkacak olan iyi bir arkadaş olarak, ilk kıyağını havalimanında yaptı ve beni şehir merkezine kadar onu almaya gelen Hırvat arkadaşının arabasıyla bıraktı.
Dışarıda Ağustos sonu olmasına rağmen garip bi serinlik vardı, tipik Lion Körfezi ve Adriyatik kıyıları aslında, sonbaharda hafif serinlemeye başlıyor. Genelde Avrupa kentlerinde sık karşılaşılan bir durum olduğu gibi, burada da hafta sonu ya da hafta içi fark etmiyor, akşam 11’den sonra sokakta fazla insan göremiyorsunuz. Zagreb aslında Hırvatistan’ın diğer kentlerine göre nispeten kalabalık bir şehir, fakat akşamları sokaklar tenhalaşıyor ve aslında bu daha özgürce fotoğraf çekebileceğiniz bir ortam oluşturuyor.
Gittiğim her şehirde, muhakkak oranın gece ve kuşluk vakti zamanlarını da görmeye çalışırım, bu şekilde hem ışık mükemmel yoğunlukta olur, hem de sokakların tenha oluşu bana daha rahat fotoğraf çekme imkanı sunar. Zagreb’de Irmak’ların arabasından Ban Josip Jelačić Meydanı‘nda indim ve Ilıca caddesi üstündeki aynı isimli otelimde beni bekleyen arkadaşımın yanına doğru yola çıktım. Normalde geceyi daha uygun fiyatlı ya da salaş bir yerde geçirmeyi planlıyorduk, fakat ben gecikince o da dayanamayıp en yakındaki otele kapağı atmak zorunda kalmıştı… Neyse ki otelin konumu çok iyi bir yerdeydi ve güne erken başlayıp hemen yola revan olduk.
Ilıca caddesini bizdeki Bağdat ya da İstiklal Caddesi gibi düşünün, yolun sonu da başı da mutlaka görmeniz gereken yerlere çıkıyor. İlk yapacağımız iş, normalde Turist Info noktalarına gidip acilen bir harita edinmek ve neyi en iyi nerede bulabileceğimize dair broşür tabelasına bakmak.
Bisikletçileri de çoğunlukla buradan öğreniyoruz, fakat bu sefer daha şanslıydık, çok fazla dolaşmadan rent a bike dükkanlarından birine hemen rastladık. Zaten Ilıca caddesi boyunca bir kaç metre yürüyüp, her adımda karşımıza çıkan kiralık bisikletçilerden birine rastlamamanız imkansız. Önü sepetli fakat çok hantal olmayan bisikletlerimizi aldık ve akşam saatlerinde bırakmak üzere çok makul bir fiyata sözleştik.
Yiyecekten kira fiyatlarına kadar her türlü harcama, Avrupa’yı geçtim, Türkiye’yle bile karşılaştırılamayacak kadar ucuz… Bisikletlerimizi edindikten sonra yapacağımız en elzem hareket bir turist haritası edinmekti. Bunu da Ban Josip Jelačić Meydan’ında edinmek mümkün. Haritamızı, bisikletimizi aldık, bundan sonra her şey daha kolaydı. Ama gittiğiniz ülkede eğer tek kullanımlık telefon kartları edinebiliyorsanız ve fiyatları da ucuzsa, tadından yenmez. Hırvatistan’da kart edinebilmek için pasaport ya da kimlik kartına ihtiyaç duyulmuyor, herhangi bir büfeden edinebiliyorsunuz.
Artık tek yapmamız gereken şey haritalarımızı sepetimize açıp, Google Maps’i aktive edip telefonu kolumuza takıp haritanın işaret ettiği tüm noktalara gitmek ve haritada olmayıp Google Maps’te var olduğunu bildiğimiz tüm sokaklara girmek, kaybolmak, yolları hissederek oradan oraya savrulmak için 12 saatimiz vardı.
Zagreb, güvenli, huzurlu, kaybolduğunuzda rahatlıkla yol sorabildiğiniz, genelde herkesin İngilizce konuşabildiği, konuşamasalar da Türk olduğunuzu duyduklarında yüzlerinde gülümsemenin yayıldığı insanların olduğu bir şehir. 4 yıldan sonra, Sava Nehri kıyısındaki alüminyum kabartmalı heykeller, nehrin ve ortasındaki minik adacıklarının manzarasının yarattığı dinginlik, güler yüzlülük, kolay ulaşım imkanları ve sadelik hala aklımda…
Ve tabii ki, Red Hot Chili Peppers konseri 🙂 Normalde gelecek hafta Türkiye’ye gelecek olduklarını biliyorduk ama yollarının Zagreb’den geçtiğini bilmiyorduk!
Öğle yemeği yediğimiz kafeden çıkıp biraz ara sokaklarında kaybolalım derken, bir müzik dükkanının önündeki tabelaya gözümüz ilişti. RHCP, With You turnesi kapsamında o akşam Zagreb’e geliyordu! Biletler hala vardı ve inanılmaz ucuzdu.
O günden sonra, sevdiğim grupların yurt dışı konser ve festival programlarını da takip eder oldum. Türkiye’ye kıyasla, diğer ülkelerde biletler daha uygun ve daha coşkulu bir kalabalıkla geçiyor.
Haliyle biletleri aldıktan sonra, kaybolduğumuzda bize pusula olan dağların eteklerindeki Zagreb’in sınırlarını bisikletlerimizle biraz daha zorlayarak dolaştıktan, bol bol kaybolduktan sonra, hava kararırken bisikletlerimizi bırakmak için dükkana geri döndük ve hemen Ilica’nın 2 paralel caddesindeki Ulusal Hırvatistan Tiyatrosu’nun karşısındaki tramvaya atlayıp Zagreb Hipodrom’una doğru yola çıktık.
Süper bir konserin ardından, açık bardaki tatlı mı tatlı barmaid Maria’ya yaptığımız şirinlik neticesinde hatıra tişörtümüzü de kapıp, Rijeka’ya ulaşmak üzere Zagreb otogarına sabaha karşı yola çıktık.
Yazının devamı gelecek…
Yazı ve Fotoğraflar: Rüya Hazar
İletişim: dreamtastik@gmail.com
İnstagram: dreamtastik
Twitter: dreamtastik