Zamana Direnen Semt; Yeldeğirmeni
Ne çok özlem, geriye, çocukluğumuza, eskiye dönme çırpınışlarıyla dolu yüreğimiz. Arkadaşım; ‘’ gel yeni bir semt keşfedelim, sokaklarında dolaşıp biraz da fotoğraf çekelim.’’ diyor. Böyle başlıyor bir günlük Kadıköy maceramız.
Belki kaç kere yolumuz düştü bilinmez, önünden geçip gidişimiz… Kadıköy’ün sahilinde yürüyüp kaç defa vapur için koştuğumuz… Haydarpaşa’dan kalkan trene, trenden vapura yetişme telaşıyla kaç defa arşınladığımız. Saymakla bitmeyecek kadar çok! Ama şöyle koşturmacadan sıyrılıp da hani bir zamanlar burada şunlar da yaşarmış diyebileceğimiz kaç mahalle var; hala eskiyi korumuş, yeniyle kaynaşmış, aslını, özünü, ruhunu yitirmeden dimdik durabilmiş ve en önemlisi zamanımıza gelebilmiş. İşte onlardan biriyle tanışıyorum, Yeldeğirmeni Semti’yle. Kadıköy Belediyesi’nin projelendirip hayata geçirdiği canlandırma çalışmasında; ayakta kalmış ne varsa her birine birer birer el atılıyor. Hala hummalı çalışma devam ederken ana caddeden bir anda içeriye doğru sızıyoruz.
Bazıları yeniden doğarken, bazıları hala kurtarılmayı bekleyip, yitip gitme kaygısı içinde… Özellikle İtalyan Apartmanında hala hayatın devam etmesine rağmen dışında yok oluşuna tanıklık etmek, biraz içimizi acıtsa da, nedeni bilinmeyen soruların bir anda zihnimizde dolaştığı anları yaşayarak karşısında duruyoruz. Etrafındaki cephe taşlarının birer birer düşmelerine karşı çevredekileri koruma amacıyla gerilen teller bakımsızlığının göstergesi. Neden hala el atılmamış? Nedenleriyle uzaklaşırken, burada en güzel en görkemli binanın da onun olduğunu anlıyoruz.
Her sokağa güzellik katan binaların çoğu 1900’lü yıllara kadar inen geçmişleriyle karşılıklı dizilmiş olarak sokakta çoğunluğu oluşturuyor. Kimisi günümüzde yaşam alanı olarak kullanılırken, kimisi butik otel olarak işletiliyor. Bazıları kurtarılıp, bazıları kurtarılamadan üzerlerine asılı satılık ilanıyla duruyor. Yüksek kapılar, dar uzun çerçeveler, cumbalı iki ya da üç katlı evler, balkonda serili rüzgarla savrulan çamaşırlar, evlerden yükselen günlük yaşamın devamına iştirak eden sesler ve sokak satıcıları… Bir köşede yer alan eskici, önünde bir dönem oradan oraya savrulurken yol arkadaşımız bavullar… Buraya göre hikaye çok, epey çok ama bir günlük de olsa bunun bir parçası da biz oluyoruz.
Dar ara sokaklar bir araba geçecek genişlikte. Halk, eski mahalle kültürünü koruyorken, esnaf da bildiğin o eski sanatını hala icra ediyor. Şöyle içlere doğru dalınca, eskici dükkanı mı ararsın, yoksa yorgancı mı? Hani şu annelerimizin iki yün, bir pamuk ellerine geçtiğinde soluğu hemen yorgancıda aldığı birbirinden renkli işlenmiş değişik kuş desenlerinin, çiçeklerin bezendiği o yorganlar! Hala evlerimizde belki bir ya da ikisi dururken burada aynı alışkanlıklar aynı tutku devam ediyor.
Yel değirmeni denilince akla simit ve ekmek geliyor. Hmmm, sokaklar mis gibi simit, ekmek kokuyor. Buram buram kokan simit fırınları karşısında kafeler yer alıyor. Karnımızda acıkınca, köşede yer alan simit kafenin en serin ve en güzel manzaraya sahip köşesine hemen çöküyoruz. Güler yüzlü çalışanlar, her an istediğini ulaştıracak kadar hızlılar. Bir de yöreye has simidin tadı, yanında sundukları, aman diyorsun yok böyle tatlar. Üstüne bir şey yedirtmeyecek kadar etkileyici! Mahallenin en güzel kafesi, Cafe Benazio’ yu seçiyoruz. Yolunuz düşerse muhakkak uğrayın, benden de bir çay söyleyin. Biz tekrarını yaşamayı düşlerken biraz daha uzaklaşıp sokakları dolaşmaya devam edip, gün biterken ayrılıyoruz…
Yazı ve Fotoğraflar: Serap Selçuk
Blog: gezginruhu.com
İnstagram: gezgin.ruhu